21 Mart 2011 Pazartesi

Neal Martin’in puanlarının ardından…

Yaklaşık 1,5 sene önce Kayra'nın o zamanki şarap direktörü ile görüştüğümde bana Robert Parker ve çalışma arkadaşlarına ulaşmanın pek imkan dahilinde olmadığından ve Türkiye'nin müslüman bir ülke olduğu için şarap açısından yurtdışında pek fazla şansı bulunmadığından bahsetmişti. Ben de kendisine bu görüşe katılmadığımı belirtmiş, organize ve planlı bir şekilde hareket ederseniz elbet belli bir oluşum ve girişim olabilir demiştim.
Şimdi görüyorum ki, yavaş yavaş o zamanlar bahsettiğim bu oluşum meyvelerini veriyor. Neal Martin'in "erobertparker.com"da Türk şaraplarını yorumlaması ve puanlaması bence her şekilde iyi bir gelişme ve yukarıda anlattıığım hikaye dolayısıyla benim için çok anlamlı bir olay. Ancak burada bana göre dikkat edilmesi gereken şey, Neal Martin'in ve daha nicelerinin bu tadımları ve notlandırmaları sadece Londra, Türkiye veya belli başlı diğer etkinliklerde mi yapacakları, yoksa bunun bir sürekliliğinin olacağı mı?
Bakınız bu tür oluşumlar kolay değildir, o bakımdan Robert Parker'ın sitesinde Türk şaraplarının puanlamasını geçtim, isimlerinin bile olması sitede bu notları okuyan birçok insanda "Türkler şarap mı yapıyormuş?" izlenimi bırakmıştır bundan eminim.
Zaten buradaki meselede birinci amaç bu... Bir farkındalık yaratmak... “Bu dünyada biz de varız” demek…
Gelelim diğer meseleye... Şimdi bana göre burada 2 husus önem kazanıyor...
Birincisi, elbette ki puanların gerçekten kaliteyi yansıtıp yansıtmadığı meselesi ki bu konuya genelde herkes parmak basıyor zaten... Yine de bir gerçeği lütfen gözardı etmeyelim, dünyada o kadar kalitesiz veya düşük kaliteli şarap ticareti yapılıyor ki, Neal Martin'in tadımını yaptığı şarapların çoğu bu şaraplar gibi ticaret hacmine dahil olabilir - ki bana göre olmalıdır da... Bahsedilen şaraplar belki bu puanları çok haketmiyordur, doğrudur, belki de "psikolojik" bir puanlama olmuştur bu Neal Martin için... Puanlamada Martin'in fiyat unsurunu da göz önünde bulundurduğunu tahmin ediyorum bu arada... Imperial'in diğerlerine göre daha düşük puan almasının sebebi bu da olabilir belki...
Ancak yine de, fazla kötümser olmamak lazım ve bana göre "tüm şaraplarımızla" yurtdışında temsil edilmemiz lazım... Burada önemli olan tek unsur pazarlamada ve kalitede sürekliliği tutturabilmek... Valla sizi bilmem ama o kadar şarap üreten ülke hem kalitelisi hem de kalitesizi ile yurtdışına şarap satabiliyorken, kendimizi doğru yönlendirip belli bir alçakgönüllülük çerçevesinde hep daha iyiyi yapmaya çalışarak ve fiyat-kalite dengesini koruyarak yurtdışına açılmamız gerekir diye düşünüyorum ben... Sürekliliği olan bir ihracatın ne gibi bir zararı olabilir ki?
Bu konuyla ilgili diğer önemli husus ise, Neal Martin'in Robert Parker'ın sitesinde hitap ettiği kesim... Şimdi, şarap üreticilerinin bir araya gelip bir platform kurması ve ünlü şarap uzmanlarına şarap tattırmalarıyla başlayan bu süreçten şu ana kadar ne gibi sonuçlar alındı bunu bilmiyorum - bilmiyoruz (bilen varsa bildirirse sevinirim)... Beklenen sonuç Fat Duck'ın Kayra'dan sürekli Imperial sipariş etmesi midir? Ya da Sevilen’in El Builli'ye (ki Ferran Adria dükkanı kapatıyor yakında) sürekli Sevilen 900 göndermesi midir? Nedir?... Hedefimiz Michelin yıldızlı restoranlar mıdır? Yoksa İngiltere’de, Amerika’da veya Kıta Avrupa’sında ve hatta Uzakdoğu’da herhangi bir market veya restoranda orta kalite bir Türk sofra şarabının bulunması mıdır? Ya da ikisi de mi?
Bunların hepsi ayrı ayrı planlamalar, üretim ve kalite süreçleri ile satış-pazarlama şekilleri gerektirir… Ancak bir şey değişmez, o da fiyat-kalite dengesinin her zaman dünya standartlarında olması gerekliliğidir… Neal Martin’den 84 puan almış bir şaraba aklı başında bir şarap tüketicisinin 60- 70 Euro ödeyeceğini pek sanmıyorum… Ama 89 – 90 puan almış bir şaraba 15 - 20 Euro ödenebilir belki, fakat bu noktada da herkesin konuştuğu husus olan “kalite” meselesi ortaya çıkabilir… Bu kaliteyi sadece Neal Martin’in puanları göstermez elbette, diğer tüm şarap uzmanlarının da aynı şaraplar için ne gibi tepkiler verdiklerine bakmak gerekecektir. Bu yüzden yazının başlarında yazdığımı burada tekrarlamak isterim, söz konusu şarap uzmanlarının Türk şaraplarını farklı yerlerde tatmaları ve değerlendirmeleri de gerekmektedir. Yoksa fuardan fuara ya da davetten davete uzanan tadımlar ve puanlar kendimizi kandırmaktan öteye geçmez… E bunun için de şarapların yurtdışında farklı yerlere satılması gerekir ki artık bu kadar aktiviteden sonra bazı filizlerin oluşmuş olması lazım diye düşünüyorum…

14 Mart 2011 Pazartesi

Neal Martin www.erobertparker.com ‘da Türk Şaraplarını Puanladı…

Nihayet uzun zamandır beklenen bir durum gerçekleşti ve dünyanın en ünlü şarap uzmanlarından Robert Parker'ın sitesi www.erobertparker.com 'da Türk Şarapları sitenin şarap uzmanlarından Neal Martin tarafından yorumlanıp puanlandı... Yapılan tadımların hepsinin Londra’daki Türk Şarap Seminerinde yapıldığını göz ardı etmemek gerek… Türk şaraplarıyla ilgili bu tarz tadımların ve puanlandırmaların uluslararası çapta daha sıklıkla ve değişik yerlerde yapılması dileğiyle… 

2009 Vinkara Narince, 88 puan
Tasted at the Turkish Wine Seminar in London. This has an attractive cooking apple, quince tinged nose with moderated definition, a touch of orange zest and kumquat developing with time. The palate has a ripe phenolic entry, a whiplash of fresh ginger and lemongrass, a touch closed towards the finish but that spiciness lingers nicely. Very fine. Tasted May 2010.
2009 Idol Smyrna Chardonnay/Sauvignon Blanc, 88 puan

Tasted at the Turkish Wine Seminar in London. Hailing from Ismir, (Smyrna is the ancient name for Ismir). Pale colour. Just a touch of wet wool and peach skin on the nose. Moderate definition. Tight on the palate, good weight, nice tautness, neutral in style with a waxy finish. Not bad at all. Tasted May 2010.
2009 Kavaklidere Cotes d’Avanos Narince/Chardonnay, 91 puan

Tasted at the Turkish Wine Seminar in London. A blend of 70% Narince and 30% Chardonnay. This has a very refined, intriguing nose with fine definition, hints of peach skin, elderflower, jasmine and nectarine. The palate is very well-balanced on the entry, struck through with vibrant acidity, touches of orange zest, citrus lemon with a bright lively finish with just a little oak poking out on the finish. One of those wines that remind you that greatness can flourish anywhere. Tasted May 2010.
2008 Kavaklidere Pendore Bogazkere, 88 puan

Tasted at the Turkish Wine Seminar in London. A rustic, mulberry and blackcurrant leaf nose that you kind of expect to be poured into a simple carafe. Yet enjoyable in its own way. A dark chocolate tinged entry, grippy tannins, good weight, Tannat-like with a dense finish with a hint of “grappa” on the aftertaste. Natural, rustic and again, utterly charming. Tasted May 2010.
2009
Likya Isinda Kalecik Karası, 85 puan

Tasted at the Turkish Wine Seminar in London. Pale salmon colour. Quite a creamy nose that is showing quite a bit of oak. Sharp entry, nice cohesion here, quite rounded, hints of lemongrass interlacing the strawberry and red cherry, very polished and soft on the finish. Tasted May 2010.
2009
Kayra Terra Kalecik Karası, 86 puan

Tasted at the Turkish Wine Seminar in London. A slightly deeper salmon hue that its peers. This has a more generous bouquet with rose petal, dried flowers, light strawberry and cherry. The palate has good weight, a tang of lemongrass on the entry, sharp acidity, fresh and the slightly reductive finish but fine length. Tasted May 2010.
2009
Vinkara Kalecik Karası, 89 puan

Tasted at the Turkish Wine Seminar in London. This has a bright ruby colour. The nose has mulberry, sloe and black plum, perhaps just needing a little more delineation. But the palate has a crisp entry, vibrant acidity, a nice spicy tang inflecting the racy red-berried fruit with touches of pomegranate, cranberry and a hint of allspice. Good length with sandalwood on the finish. Excellent. Tasted May 2010.

2007 Doluca Kav Tugra Öküzgözü, 89 puan

Tasted at the Turkish Wine Seminar in London. Deep, limpid dark ruby colour. Ripe and rounded on the nose: dark cherries, plum, a touch of seaweed and iodine. Moderate definition. The palate is medium to full-bodied with firm, grippy tannins, a lively spicy entry followed by crunchy, peppery red-berried fruit, slightly viscous towards the finish, blueberry jam on the aftertaste. Tasted May 2010.

2006 Kayra Imperial Öküzgözü, 84 puan

Tasted at the Turkish Wine Seminar in London. This is a little too acetic for me, some nail varnish on the nose that rather spoils the overall effect. The palate has a fair bit of oak but underneath there is some decent fruit here, touches of dark chocolate, sandalwood and mocha inflecting the black fruit with a fine tannic finish. Just let down by the nose and the clumsy use of oak. Tasted May 2010.

2007 Sevilen Sevilen 900 Cabernet Sauvignon, 86 puan

Tasted at the Turkish Wine Seminar in London. This has a rich, but well-defined nose with black cherries, pomegranate, a touch of sandalwood and a hint of mushroom. The palate is full-bodied with cloves on the entry, quite tannic, a little drying towards the finish with dark chocolate, a touch of black pepper and fennel. Abrupt finish. Fine, but it needs to soften a little. Tasted May 2010.

2007 Doluca Karma Merlot/Bogazkere, 88 puan

Tasted at the Turkish Wine Seminar in London. Very deep colour. It has a broody, mulberry and Oriental spice on the nose. The palate is full bodied with muscular tannins from the Bogazkere (aka “throat scratcher”) leading to a dense, Cornas-like tannic finish. Rustic but charming. Tasted May 2010.

2007 Likya Kızılbel Cabernet Sauvignon/Bogazkere, 87 puan

Tasted at the Turkish Wine Seminar in London. This has a rich mocha and dark chocolate scented nose that somehow reminds me of a mature Brunello from Biondi Santi! The palate has a spicy entry, firm tannins, quite savoury and gamey, touches of chocolate and black pepper towards the finish. Tasted May 2010.

2007 Consensus Shiraz/Merlot/Cabernet Sauvignon, 86 puan

Tasted at the Turkish Wine Seminar in London. This has a very fine nose, good delineation with red-berried fruit, wild strawberry, raspberry and judicious use of vanillary oak. Soft entry, good weight, thick chewy tannins although there is a touch of dryness on the liquorice-tinged finish. Tasted May 2010.

2007 Sevilen Centum, 89 puan

Tasted at the Turkish Wine Seminar in London. This has a lifted, slightly obvious nose with dark broody black fruit, a touch of pastille and black cherry. The palate has a fine liquorice-flavoured entry with a Cote-Rotie like personality. Nicely balance, grippy finish with nice use of new oak. Very fine. Tasted May 2010.

13 Mart 2011 Pazar

Vejeteryan Hint Mutfağı…

Umman’dan ayrılmama 48 saat kadar bir süre kaldı ve aslında buradan ayrılmaya ilk kez bu kadar üzülüyorum, zira Türkiye’ye dönünce blogumu kullanamaz hale geleceğim… Ne garip bir durum!...
Neyse efendim, geçen gün sizlere söz verdiğim gibi, hazır buralara tekrardan gelmişken Hint mutfağında biraz daha gezineyim dedim ve kendimi şu an bulunduğum şehir olan Salalah’nın güzel ve otantik bir “Vejeteryan Hint” restoranına attım…
Salalah’nın iyi restoranlarından olan “Udupi” sadece “vejeteryan” bir menüye sahip ve tamamen Kuzey ve Güney Hint mutfağından örnekler sunuyor.
Hint mutfağındaki “vejeteryan” anlayış aslında Uzakdoğu veya Avrupa mutfağından biraz daha farklı. Zira insanlar genelde “vejeteryan” yemek dendiğinde, önlerine buharda pişmiş veya kaynatılmış sebzeler konulacak zannediyor, hâlbuki Hint mutfağında durum böyle değil.
Hint mutfağının sevdiğim yanlarından biri, aynı malzemeden onlarca çeşit baharat ve sosla değişik yemekler türetilebilmesi. Bu bakımdan Hint vejeteryan yemekleri ciddi şekilde bir çeşitliliğe sahip ve bilinen Hint yemeklerinin başka bir boyutunu oluşturuyor.
Udupi’de yemeye Güney Hint mutfağının hamur işi tarzı yemeklerinden “Parota Kurma” ve “Vegeterian Uttapam” ile başlıyoruz.
“Parota Kurma” aslında “naan” denilen klasik yassı Hint ekmeğinin yanında soğanlı, yeşil biberli, patatesli ve körili bir sosla sunulmasından oluşuyor. Ekmeğin arasına bu sosu koyarak yiyorsunuz. Taze “naan” ekmeğiyle gerçekten güzel oluyor.
“Parota Kurma”yı normal bir yemek olarak da yiyebilirsiniz aslında, zira içinde zaten patates, yeşil biber ve soğan gibi yeteri kadar bir yemek oluşturabilecek oranda sebze var. Ancak bu yemeğin bir sos kıvamında köri ile bütünleşmesi ve ekmek arasında yenilmesi ilginç bir deneyim.
Bir diğer hamur işi tarzı yemeğimiz “Vegeterian Uttapam” oluyor. Aslında “Uttapam” bir nevi “pancake” kıvamında; ancak taban malzemesini “pirinç” ve “mercimek” oluşturuyor. Yani aslında hamur kıvamındaki malzeme un yerine pirinçten ve mercimekten yapılıyor. Buna benzer “dosa” denilen bir başka yemek türü daha var Hindistan’da, aklınızda bulunsun.
Efendim “Uttapam” için pirinç ve mercimek bol suda birkaç saat bekletiliyor ve ardından yumuşayıp pestil kıvamına geliyor. Ardından blenderdan çekilip tuzu ve baharatı ekleniyor ve bir gün kadar dinlenmeye alınıyor. Lahmacun hamuru gibi açıldıktan sonra üzerine havuç, lahana, yerfıstığı, biraz soğan, biraz sarımsak, kurutulmuş acı kırmızı biber, masala baharatı da ekleniyor ve bu şekilde her iki tarafı pişirildikten sonra servis ediliyor. Bu yemeğin yanında gelen soslar ise bir başka boyutta. Acı yeşil biberli ve acı kırmızı biberli iki tip coconut chutney ayrı kaplarda gelirken, ayrıca yemeğe farklı bir tat katmak için “Sambar” adında uzun fasulyeli, tamarind, köri ve mercimekli çok ilginç bir tür sebze güveci de “sos” olarak servis ediliyor.
“Sambar” normalde yine Güney Hindistan mutfağının başlıca “vejeteryan” yemeklerinden biri olmasına rağmen bu kez başka bir yemeğe sos olarak eşlik ediyor… “Coconut chutney” klasik Güney Hindistan mutfağını yansıtıyor. Kıvamı yoğun ve acısı “derin” izler bırakıyor…
Bana Hindistan’da “vejeteryan” yemek istersek ne yiyebiliriz diye sorsanız, size ilk söyleyeceğim yemek tartışmasız olarak “paneer” olur.
Aslında, “paneer” denilen yemekten öte bir “peynir”… Erimeyen cins bir peynir... Sütün limon, sirke, yoğurt gibi asitler yardımıyla kesilmesi sonucu yapılan bir peynir türü.
Gelgelelim, bu peynirin yani “paneer”in belki yüzlerce çeşit yapılış tarzı var Hint mutfağında ve vejeteryan menülerin başlıca aktörlerinden birisi durumunda.
Benim burada yediğim “paneer” iki değişik şekilde pişirilmişti.
İlki “Paneer 65” adında enteresan bir ismi olan toz kırmızı bibere bulanarak kızartılmış bir yemekti. Üzerinde bol soğanla beraber servis edilmişti. Önce sade olarak denediğim bu yemeği biraz yavan buldum ancak soğanla denediğimde enteresan bir şekilde güzel bir uyum sağladığını gördüm.
Diğer yemek olan “Paneer Hara Masala” ise Kuzey Hindistan mutfağından bir örnekti. Hint mutfağında Kuzey – Güney ayrımındaki en belirgin özellik sanırım “Hindistan cevizi sütü” kullanımının Güney’de daha yaygın oluşu. Zira sözünü ettiğim “Paneer Hara Masala” Hindistan cevizi sütü kullanılmayan bir masalaydı. Bu yemekte “Paneer” köri ve masala ağırlıklı baharatlara bulanıp yanında domates ve soğanla beraber sotelenmişti. Servis edilirken üzerine taze kişniş konulup öyle servis edilmişti. Açıkçası yukarda bahsettiğim “Paneer 65”e göre biraz daha karakterli ve olgun bir yemek diyebilirim.
Tüm bu yemeklerin yanında da Hintlilerin ünlü ekmeği “Naan” sipariş ettik. Bu ekmek yassı yuvarlak bir pide şeklinde ve sade, tereyağlı, peynirli, sarmısaklı, acı kırmızı biberli gibi çeşitleri var. Biz sarımsaklı olanı tercih ettik. Sarmısaklar yarım olarak kesilerek ekmeğin üzerine yerleştirilmiş. Ekmeği bu şekilde yiyince “ekmek arası sarmısak” yemiş gibi oluyorsunuz, ilginç bir deneyim…
Yemeğin sonunda ortaya karışık bir tatlı tabağı istedim. Daha önce Kalküta’da yediğim süt bazlı Bengal usulü tatlıları çok beğenmiştim açıkçası. Burada da değişik tatlılar görünce birkaç tanesinin tadına bakmak istedik.
Fotoğrafta görmüş olduğunuz şekilde, yediğimiz beş çeşit tatlıdan sol üstte olanın adı “Doodhbeda” denilen sütlü bir tatlı (bazı yerlerde Paala Kova olarak da geçiyormuş) . Kimi Hintliler üzerindeki alüminyum rengi sütün yağından elde ederken, kimileri bizzat tatlıyı yaptıktan sonra üzerini alüminyum folyo ile kaplayıp ardından folyonun tatlıya bir nevi yapışıp ince bir tabaka oluşturmasını sağlıyorlar. Garip bir şekilde aslında biraz da olsa “alüminyum” yiyorsunuz (!)…
Sağ üstteki tatlı “Mysorepak” denilen aslında daha çok Güneybatıdaki “Karnataka” eyaletinin geleneksel tatlılarından biri. İlginç bir şekilde mercimek unundan yapılan bir tatlı bu. Hafif sert bir yapısı var.
Sol alttaki tatlı “Sankri” yediğimiz tüm tatlılar arasında en “tatlı” olanı aslında. İçi şerbet dolu ince çubuk şeklinde hafiften de olsa bizim tatlıları biraz andıran (şerbetinden olsa gerek) bir tarz…
Alt ortadaki tatlı “Soan papdi” Hintlilerin meşhur “Diwali” festivalinde yaptıkları bir tatlı. Açıkçası yediğimiz tüm tatlılar arasında en çok bunu beğendim, un ve süt bazlı bir tatlı ve aşırı tatlı da değil. Hafif kurabiyemsi bir kıvamda ama çok sert değil.
Son olarak sol altta görülen tatlı olan “Hint helvası”nı da anlatayım ve yazıya burada son vereyim…  Klasik helvalara göre çok yoğun kıvamda içinde “kaju”, “yer fıstığı”, “badem” tarzı kuruyemişlerin olduğu ilginç bir helva aslında… Artık bu helva işinden anladığım, özellikle Ortadoğu ve Güney Asya’daki her kültürün kendine göre “helva”ları var ve gerçekten hepsi birbirinden farklı.
Helva aslında başlı başlına bir tez konusu hatta kitap olabilir aslında…

11 Mart 2011 Cuma

Güney Hindistan yemekleri...

Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkelerinde bulunmanın ilginç taraflarından biri de Hint kültürüyle bir arada bulunmak. Zira gidenler bilir, buralarda gerçekten hatırı sayılır bir Hintli nüfus var.
Güney Hindistan mutfağı Hint mutfak kültürü içerisinde en “acılı” mutfaklardan biri. Daha önce Hindistan’ın güneydoğusunda yer alan Chennai (Madras) şehrinde tattığım bu mutfağın lezzetli yemeklerinden bazılarını geçenlerde Salalah-Umman’daki ufak tefek salaş (!) bir Hint büfesinde yedim.
Aslında Hindistan çok büyük bir ülke ve onlarca çeşit farklı kültüre sahip. Güney Hindistan dediğimiz zaman ülkenin güneybatı yakasında Kerala eyaleti, güneydoğu yakasında ise Tamil Nadu eyaleti yer alıyor.
2 yıl kadar önce gittiğim Chennai yani “Madras” Tamil Nadu’nun eyaletinin başkenti ve güneybatı mutfağına ve “bana” göre inanılmaz “acılı” yemeklerin yapıldığı bir yer.
Velhasıl, güneybatıdaki Kerala’ya bağlı yerlerde de Chennai’yi aratmayacak “acılıkta” yemekler yapılıyor.
Yediğim yemeklerin bazılarını doğal olarak klasik Hint baharatları (köri, masala, hardal tohumu vs) oluşturuyor. Acı yeşilbiber gerçekten “acıtan” bir cinste ve baharatların “kısmi” acılığını daha da belirginleştiriyor.
Sırayla yemeklere gelecek olursak, önümüze konan 4 kap yemekten en temeli doğal olarak tüm Asya mutfağında bulunan “pilav”. Hintliler genelde yasemin pirincinden yapılan sade pilavı tercih ediyorlar. Pilavı diğer yemeklerle veya “zehir” gibi acı yeşil/kırmızıbiber sosuyla karıştırarak yiyorlar.
Benim gittiğim tarz salaş restoranlarda bulunmak isterseniz, hatırlatmakta fayda var, yemekler “elle” yeniyor. Fakat bizim gibiler için sağolsunlar kaşık bulunduruyorlar.
Yediğimiz bir diğer yemek olan “Egg Burgi” benim çok sevdiğim “taze kişniş”le baharat aromaları bir öte boyuta geçmiş bir yemek.
Yemeğin temelini hafif orta boy doğranmış soğanların tavada sotelenmesinin ardından üzerine bol kırılmış yumurta oluşturuyor. Ayrıca yemeğin içine doğranmış acı yeşilbiber, küp küp doğranmış domates de konuluyor. Çok hoşuma giden bu yumurta yemeğinin temel baharatlarını “garam masala”, toz kırmızı acı biber, turmeric ve hafif rendelenmiş taze zencefil oluşturuyor.
Üzerine yukarıda yazdığım gibi “taze kişniş” konuşarak servis yapılıyor.
Hintliler de tıpkı bizim gibi “kıymalı bezelye” yapıyorlar (gren peas). Ancak, kendi kültürlerinin bir gereksinimi olarak kullanılan baharatlar ciddi boyutlarda ve özellikle yediğimiz bu bezelyede yoğun kimyon ve köri baharatları kullanılmış. Bezelye diğer yemeklere göre daha “hafif acı” kıvamda, o bakımdan sanki bizim güneydoğu mutfağına benzer nitelikte. Benim bu yemek için hoşuma giden şey bezelyelerin çok aşırı pişirilmemesi ve dişe gelen cinsten tıpkı İtalyan makarnaları gibi “al dente” kıvamında pişirilmesi.
Hintliler ağırlıkla sebze tükettikleri için vejeteryan usül yemek yapmasını (tabi kendi tarzlarında) iyi biliyorlar. Yediğimiz bir diğer yemek olan “Cabbage (Lahana) Porial”, bildiğimiz “lahana kapuskanın” bir başka versiyonu aslında.
Lahananın yanında bol soğan ile tavada sote edilmesinden oluşan bu yemeğin temel baharatını hardal tohumu, turmeric ve acı yeşilbiber oluşturuyor.
Bu yemeğin üzerinde fotoğrafta gördüğünüz klasik Hint hamur işi kıtır ekmeklerinden “papadam” koymuşlar.
Güney Hindistan mutfağının vazgeçilmezlerinden olan “Papadam” bol kızgın yağda kızartılan tuzlu ince hamurdan yapılıyor. Bir nevi “cips” aslında. Hamuru oluştururken içine hafif acı biber, kimyon, sarımsak ve karabiber de atıyorlar ki daha aromatik ve “Hint” usulü olsun.
Bugünlerde bol Hint yemeği tadıyorum… Fırsat buldukça bunları paylaşmaya çalışacağım…

9 Mart 2011 Çarşamba

Tadım notları: Melen Cabernet Sauvignon Roze - 2009

Geçtiğimiz yıl Türkiye'ye gelen "Master of Wine"lar tarafından 86 puanla en iyi roze seçilen Melen MLN "Cabernet Sauvignon Roze" 2009 rekoltesi, çok hafif kızıla çalan pembe tonlara sahip renkte.

Burunda buram buram frenküzümü en başta hissedilirken, arkadan vişne aromaları hem burunda hem de damakta belirgin. Damakta ilginç bir şekilde vişne tonları çok baskın, sanki vişne yiyormuş gibi oluyorsunuz.

Canlı ve dengeli bir asiditesi olan, rahat içimli, hoş vişne aromalarının ağırlıkta olduğu ilginç bir şarap...

8 Mart 2011 Salı

tekrardan merhaba :)... Rouge - Bira Tadımı

Şu internette yasak olayları enteresan bir şey... Yurtdışına çıkınca yasak kalkıyor, memlekete dönünce gene yasak başlıyor... garip bir durum...

Neyse, son günlerde ufak tefek olayların yaşandığı Umman'dayım (her zamanki gibi :)... ama bakınız burada bloglar kapatılmamış en azından...

Hazır 1 hafta kadar buralarda kalırken, elimde kalan birkaç yazıyı buradan yazayım diyorum...

Vedat Milor tarafından geçenlerde yapılan bira panelinde adını duyduğum Bavyera’nın “has” biraları “Schneider Weisse” ve “Schneider Aventinus” ile geçen hafta Talimhane “Rouge”daki tadımda tanıştık.
“North Schields” publarının sahibi Teoman Hünal Bey’in getirdiği bu biralar gerçek birer “kral” hüviyetinde.
Ben genelde “North Schields”teki bira krallığının diğer üyesi isli bira “Aecht Schlenkerla Rauchbier” hayranı olsam da, Bavyera’ya özgü “Schneider Weisse” ve “Schneider Aventus” bambaşka tatlar sunuyor.
Bu biralar buğday birası olmakla beraber bulanık görünümleri, yoğun ve kalıcı köpükleri ve daha aromatik özellikleriyle ünlü. “Schneider Weisse” 5.4 oranında alkole sahipken, “Schneider Aventinus” 8.2 oranındaki alkolle daha yoğun ve sert bir kıvama sahip.
Bana göre “Schneider Weisse” daha aromatik bir yapıda, ancak “Aventinus” bu yoğun haliyle iyi bir yemek eşlikçisi olabilir, bunu ayrıca test edeceğim.
“North Schields”teki biraladan yukarda bahsettiğim “Aecht Schlenkerla Rauchbier” ise inanılmaz bir bira aslında. Müthiş bir is aroması tüm birayı kaplamış, bunun da sebebi, öğrendiğim kadarıyla arpa maltının kayın ağacı odunu kömürü ile islenmesinden geliyor. İs tadının getirdiği yoğun karamelsi aroma ve kıvam tartışmasız olarak mangal yemekleriyle uyumlu gidiyor.
Rouge’daki tadımda ayrıca ünlü Amerikan biraları “Brooklyn Lager” ve “Brooklyn Brown Ale” daha çok Türklerin aşina olduğu tarza yakın. Bu biralar bana hafif “prosecco” havası verdi. İlginç olan şey bu biralardan çok hoş “deride bekletilmiş tulum peyniri” aromaları aldım, farklı bir anlam kazandı biralar benim için.
Yukarda bahsettiğim biraları süpermarketlerimizde bulmak sanırım “şimdilik” biraz hayal, ancak “North Schields” publarında veya “Rouge”un mağazası gibi belli başlı içki mağazalarında bulabilirsiniz.