25 Şubat 2011 Cuma

İlginç bir şarap icadı! Screwpull 3 in 1…

Geçtiğimiz günlerde kız kardeşim sağ olsun bana Londra’dan şarapla çok ilginç bir “icat” getirdi: “Screwpull 3 in 1”. Bununla ilgili ön bilgiyi bir önceki yazımda vermiştim.
Alet kısaca bir nevi üçü bir arada işlevi görüyor. Yani hem havalandırma yapıyor, hem damlalık hem de kapak görevi görüyor.
Normalde son dönemlerde çıkan havalandırma aletleri ufak bir mikser olmasına rağmen, bu aletin içindeki tüpte yer alan karşılıklı ve düzenli şekilde yerleştirilmiş delikler sayesinde çift havalandırma sistemi oluşuyor. Açıkçası, ben önceki yazımda anlattığım “Laeltanza Crianza 2004”ü hem normal şekilde hem de bu aletle beraber iki ayrı kadehte içtim.
Aradaki fark anlatılmaz yaşanır boyutta… Havalandırıcıyı kullandığımda özellikle meşeden gelen ardıç, deri, tütün, is gibi aromalar ile baharat aromalarının çok daha yoğunlaştıran bir etkiye sahip olduğunu gördüm. Buradaki mesele şarabı karafa aktarmadan daha hızlı şekilde havalanmasını sağlamak ve böylelikle aroma yoğunluğunu artırmak ve tanenleri dizginlemek bir nevi.
Şarap şişesinin üzerine rahat bir şekilde oturduğu için servis yaparken kullandığımız damlalık görevine de sahip olan bu aletin bir diğer görevi de “kapak” işlevi görmesi. Aletin 90 derece dönebilen başlığı, iç taraftaki ağzını kapatarak, şarabın belli bir süreye kadar (bence bu süre bir günü aşmamalı) kapağı kapalı olarak buzdolabında saklanmasını sağlıyor.
Önümüzdeki günlerde “boğazkere” gibi yüksek tanenli şaraplarda denemeyi de düşünüyorum, bakalım nasıl bir sonuç çıkacak.

Tadım notları: Lealtanza Crianza 2004 – Rioja


Sevgili Ayhan Güleyen, İlker Özdemir, Umay Çeviker ve Arif Öncü’den oluşan, İzmir’deki “Şarap Tutkunları”nın Türkiye’de fiyat-kalite dengesi açısından en iyi buldukları şaraplardan İspanyol Rioja şarabı “Lealtanza Crianza” 2004 rekoltesini Metro marketten geçenlerde 20 liraya aldım ve geçen akşam nihayet açıp içtim.
Bu şarabı içerken elime yeni ulaşan bir icadı denedim: “screwpull 3 in 1” yani üçü bir arada hem şarap havalandırıcısı (wine aerator), hem damlalık hem de şarap tıpası yerine geçen bir alet bu. Bu aleti daha sonra ayrı bir yazıda ele alacağım şimdi konumuz “Lealtanza Crianza 2004 Rioja”da.
Efendim, koyu bir yakut rengine sahip bu Rioja şarabı 12 ay kadar Fransız ve Amerikan meşe fıçıda bekletilmiş. Burunda önden böğürtlen ve siyah kiraz arkadan deri, ardıç, is, nane ve baharat aromaları müthiş bir kompleks yapı oluşturuyor.
Damakta ise topraksı, mineralimsi bir yapı meyvemsi aromalarla bütünleşmiş. Orta gövdeli olan şarabın tanenleri hafif ve asiditesi dengeli olunca ortaya inanılmaz rahat içimli bir şarap çıkmış. Bana göre şarap şu an tam içilebilecek düzeyinde. Zaten 2004 rekoltesi olduğunu düşünürsek daha fazla bekletmeye gerek duymadan, artık bu şarabın keyfine varmak gerek. Aynı üreticinin diğer rekoltelerini de ciddi şekilde merak ediyorum açıkçası, umarım onları da ilerde market raflarında görürüz.
Sevgili “Şarap Tutkunları”na yüzde yüz katılıyor ve 20 liralık fiyatı ve kalitesiyle marketten alabileceğiniz en iyi şaraplardan biri olarak gerek üreticiye gerekse ithalatçıya şükranlarımı sunuyorum.

24 Şubat 2011 Perşembe

Kayra Yemek-Şarap Eşleştirme Atölyesi (Devam)…

22 Şubat Salı akşamı Kayra Wine Center’da Şarap-Yemek eşleştirme atölyesindeydim. Etkinlik, Kayra Akademi’den Cüneyt Bey ve Ayça Hanım’ın keyifli sohbetleri, Mimolett Restoran’ın enfes yemekleri ve Kayra’nın Amerikalı şarap uzmanı Daniel O‘Donnel’ın seçtiği Kayra Şaraplarıyla bütünleşti.
Etkinlikte 5 çeşit yemek 5 farklı şarapla bütünleştirilmiş. Yemeklerin genel olarak şaraplarla uyumu üzerinde durularak hangi yemekle hangi şarabın daha uygun olabileceği hakkında ilginç konular konuşuldu.
Şimdi teker teker etkinlikte sunulan yemeklerin ve şarapların analizini yapalım:
-          Somon Konfit, Karamelize Mevsim Sebzeleri ile – Vintage Chardonnay 2009
Yemekten önce kısa bir şarap tadımı yapıyoruz. Kayra’nın Kaliforniya stili şarabı Vintage Chardonnay 2009 rekoltesi Sur Lie (tortusu üzerinde) yöntemiyle yapılan bir şarap. Dışa doğru yeşil altın tonlara sahip bir saman sarısı renginde. Burun meşenin yoğun kullanıldığını hissettiren bir aroma yoğunluğuna sahip. Buram buram vanilya ve tereyağı aromalarını arkadan sarı elma ve çok hafif narenciye takip ediyor.
Damakta tam gövdeli, yoğun, kremamsı bir kıvama sahip. Burundaki yoğun vanilya ve tereyağımsı aromalar damakta biraz daha dengeli en azından burundaki kadar baskın değil. Asidite orta seviyede ve şarabın uzun bir bitimi var.
Şarabın etiketinde tam olarak üzümün geldiği yer belli olmadığından, Cüneyt Bey bize bu şarapta kullanılan üzümlerin Tekirdağ’daki farklı Chardonnay bağlarından geldiğini anlattı.
İlk gelen yemeğimiz “Somon konfit” altında karamelize mevsim sebzeleri ve yanında “tereyağı, yumurta sarısı, elma sirkesi ve limon kabuğu” ile hazırlanmış bir sos ile geldi. Somon yoğun ve dengeli bir kıvamda pişirilmiş, kenarları veya üstü kuru değil. Gerek tereyağlı sosla gerekse de karamelize mevsim sebzeleri ile iyi bir bütünlük yakalamış.
Vintage Chardonnay’in tereyağımsı ve kremamsı dokusu buradaki karamelize sebzeler ve tereyağlı sosla bütünleşen somonla iyi bir birliktelik sağlamış. Genel olarak açıkçası ben yemeği şaraba göre daha başarılı buldum, bu da sanırım Chardonnay’de bu tarz yoğun meşe aromalarını pek tercih etmediğinden olmalı.
-          Uykuluk Sote, El yapımı Limon Reçeli ve Kekik Salatası ile Kayra Terra Kalecik Karası Roze 2009
Bu yemekte içtiğimiz şarabımız Terra Kalecik Karası Roze 2009 burunda frambuaz, çilek, ayva reçeli ve kırmızı meyve aromalarına sahip. Damak çilek ve frambuaz aromalarının hakim olduğu bir yapıda. Yüksek asitli ve ortanın üstünde bir bitişe sahip. Denizli’de üretilen Kalecik Karası üzümlerinden yapılmış bu şarap bence çok başarılı bir roze.
Uykuluk sotede “dana uykuluk” kullanılmış. Kızgın tavada çift taraflı pişirilip uykuluğa dana et sosu konuluyor. Hafif köri, tuz ve karabiber ile tatlandırılıyor. Limon reçeli buradaki asiditeyi sağlayan başlıca unsur ve bence yemeğin çok keyifli olmasına büyük katkı sağlamış.
Yemekteki başlıkta “kekik salatası” diye yazan aslında bir nebze Lübnan mutfağının değişmezi olan “Tabuleh” salatasının değişik bir versiyonu. Tabuleh’deki başlıca malzeme olan bulgur burada kekik ile bütünleşmiş. Yalnız dikkatimi çeken burada kullanılan kekik bildiğimiz keskin aromaların tam tersine daha “taze” diyebileceğimiz bir aromaya sahipti. Bu da yemeğin dengesini ve bütünlüğünü korumuş.
Tabakta yer alan sos ise “Port sosu” yani Porto şarabının çektirilmesi ile yapılan bir sos, özellikle uykuluk ve tabuleh ile iyi bir bütünlük sağlamış.
Günün tartışmasız yemek-şarap eşleşmesi açısından en uyumlu ikililerden biriydi diyebilirim Uykuluk ve Kalecik Karası roze için. Ancak burada elbette, uykuluğun yanındaki diğer unsurların yani limon reçelinin, tabuleh ve port sosunun da kalecik karasındaki asidite ve gövde yapısıyla bütünleşmesini göz ardı etmemek gerek.
-          Deniz Levrek, Sote, Deniz Mahsullü Kaneloni ve Karides Sosu ile Vintage Boğazkere 2008
Kayra’nın şarap yapım uzmanı Daniel O’Donnel’ın önerisi olan günün en ilginç eşleştirmesi hiç şüphesiz, karides sosu üzerinde deniz mahsullü kaneloni ile deniz levreği yanında aromatik ve sert tanenli bir Boğazkere ile beraberliği oldu.
Önce yine şaraptan başlarsak, koyu mor tonlar içeren koyu yakut rengindeki şarapta ön burunda meşenin yoğun hissedildiği kahvemsi, çikolatamsı aromalara arkadan dağ çileği, mürdüm eriği, hafif vişne aromaları eşlik ediyor.
Denizli’deki Boğazkere bağlarında üretilen üzümlerden yapılan şarap, damakta beklendiği gibi tanen yapısı yönünden baskın, gövdeli ancak asiditesi düşük bir şarap. Böyle bir şarabı deniz mahsulleriyle eşleştirmek biraz çılgınca gelebilir ancak elbette denemek lazım diyoruz…
Efendim bu yemek bana göre günün en başarılı yemeklerinden biriydi. Müthiş yoğun ve sürprizlerle dolu bir yemekti. Deniz levreği önce kızgın tavada pişirilip ardından 3 dakika kadar fırına veriliyor içinin nemli dışının “crispy” kalması için. Bu anlamda pişirme tekniği açısından başarılı olmuş.
Deniz levreğine eşlik eden kaneloni ise benim favori İtalyan hamur işi türlerinden. İçine patates, tarhun, kekik, karides ve limon konulmuş, püre halinde kaneloni’lerin içine dolduruluyor.
Tabağın temel sosu olan karides sos içinse patates, limon suyu, elma sirkesi ve karides püresi kullanılmış. Yoğun çorbamsı kıvamda bir sos bu ve bence zaten “Boğazkere” ile yemeğin en azından “el ele” tutuşmasını sağlayan unsuru oluşturuyor.
Tabakta ayrıca sosun içerisinde körili ufak bir deniz tarağı da var ve yemeğin bütünlüğüne katkı yapan ufak bir sürpriz…
Şimdi bu yemek ve şarap üstüne biraz daha konuşmak lazım gerçekten. Aslında böylesine yoğun ve gövdeli bir yemek için aklımıza gelmeyecek bir şarap Boğazkere. İlk düşündüğümüz en başta içtiğimiz “Vintage Chardonnay acaba nasıl gider?” sorusuna yanıt aramak oldu. Yoğun tereyağımsı ve kremamsı kıvamdaki Vintage Chardonnay bu yemekle uyumlu gitti bir nebze de olsa. Belki, Vintage Boğazkere birkaç sene daha bekletilip tanenler biraz daha dizginlendikten sonra bu yemekle denense fena gitmeyebilir gibi. Ama ben yine de, gövdeli, yoğun ve fazla soğutulmamış bir beyaz şarap içmeyi (belki iyi bir Bourgogne beyazı) daha uygun buluyorum bu yemekle.
-          Kuzu Pirzola, Sote, Patlıcan ve Domates Salatası, Mini Mimolett Sucuğu ve Lavanta Sosu ile, Vintage Shiraz 2009
Bu yemekte içtiğimiz yoğun mor röfleli tonlara sahip bir kırmızı renge bürünmüş Vintage Shiraz tamamen Denizli Güney’deki Shiraz bağlarından yapılıyor. Burunda yoğun orman meyveleri aromalarına, önden gelen karabiber ve karışık baharat aromaları eşlik ediyor. Damakta bana daha çok Avustralya Shiraz’larını anımsatan Vintage Shiraz, sahip olduğu baharatsı yapısıyla yemeğimizin sadece adına bile bakıldığında iyi bir eşlikçi olacağını çoktan ortaya koymuştu bile.
Yemeğin sunumunda Kuzu Pirzola’nın “orta” pişmiş olması üzerinde duruldu ki, Türk insanı eti daha çok “iyi” pişmiş sever ve hafif kanlı et gördüklerinde “bu et pişmemiş” der.
Velhasıl, benim sevdiğim bir hikaye vardır, dünyanın en büyük şeflerinden Fransız “Guy Savoy”un en önemli müşterilerinden olan 2007’de vefat eden Rusların büyük “çello” sanatçısı ve “kompozitörü” Rostropovich, bir gün Guv Savoy’un restoranına gelir ve süt danası böbreği sipariş eder. Guv Savoy da kendisine hangi pişirme şeklini (az, orta veya iyi pişmiş) tercih ettiğini sorar. Rostropovich’İn cevabı sanırım her şefin duymak istediğidir: “Sence ben 300 kişiye karşı çalarken onlara nasıl çalmam gerektiğini soruyor muyum?”
Ben gerek pirzolayı gerekse diğer et yemeklerini “orta-az” pişmiş bir kıvamda tercih ediyorum. Tabi bu bir tercih meselesi ama bana göre bu kıvam bir et için en keyifli pişme kıvamı.
Yemeğe gelelim… Kuzu pirzolanın altında patlıcan ve domatesli “chutney” var. Et sosu ve domatesle pişirilen patlıcanlar yemeğe hafif bir asidite de kazandırmış. Ama belki de esas başyapıt Mimolett sucuğu olmalı, zira bu sucuktaki baharat kıvamı şarapla da inanılmaz bir bütünlük sağladı. İşin sırrı tabi uzun pişirmede ve dinlendirmede, zira uzun sürede pişirilip ardından 1 gün dinlenip sonra et sosunda tekrar pişiriliyor ve böylece kıvamı ve yoğunluğu daha da artıyor.
Bu yemeği bir de Kalecik Karası Roze ile deneyelim diyoruz. Sanırım patlıcan “chutney” yüzünden olsa gerek, şarabın ve chutney’İn asiditesi burada anlamlı bir birliktelik sağlıyor. Fakat ben yine de Shiraz’ın bu yemekle iyi bir bütünlük yakaladığı düşüncesindeyim.
-          Krem Brule, Ronnefeldt Earl Grey ve Chill Out Çayları ile Kayra “Madeira” Şarköy Öküzgözü – Boğazkere 2005
Gecenin son yemeği tabi ki tatlı… Bir Fransız klasiği “Krem Brule” burada 2 değişik tarzda yapılmış. Ronnefeldt Earl Grey, Bergamut ve Siyah Çay ile Chill Out ise Yasemin çayı ve Melisa ile… Krem Brule için Yumurta sarısı ve Krema emülsifiye çaylarla demleniyor, sonra fırında 100 derecede pişirilip ardından üzeri yakılıyor ve hemen servis ediliyor.
Gelelim bu tatlıya eşlik eden Kayra Madeira 2005’e… Benim çok sevdiğim tatlı şaraplardan olan Madeira 2005 artık adını değiştirerek piyasada “Madre” olarak varlığını sürdürecek, zira malum “Madeira” ismi zaten Portekiz’in Atlas Okyanusu’ndaki adasına ait ve adanın şarapları da aynı isimle anılıyor.
Burunda karamel, kahve, vanilya, kuru meyve aromalarına damakta çikolata, fındık ve yine kuru meyve aromaları eşlik ediyor. Bence iyi bir tatlı şarap bu ve Krem Brule’nin karamelize dokusuna gerçekten iyi eşlik ediyor. Krem Brule’deki çay aromaları çok baskın değil, kremamsı doku da hafif ve ağırlık hissi yaratmıyor. Türkiye’de yediğim en başarılı krem brule diyebilirim.
Sonuçta genel bir değerlendirme yaparsak, başarılı ve çok güzel bir etkinlik oldu. Şarapların kendi karakterlerinin yemeğin bütünüyle nasıl uyumlu olabileceğini, yemekte kullanılan bir sosun farklı bir şarapla nasıl uyumlu olabileceğini, asidite ve gövdenin gerek şarap gerekse yemek açısından nasıl bütünleşmesi gerektiğini anlatan faydalı bir etkinlikti.
Bence bu tarz etkinlikleri daha da geliştirip alternatif tatlarla ve özellikle Türk mutfağı üzerinde yoğunlaşmakta fayda var ki Kayra zaten “Türk Mutfağında Şarap Algısı Platformu” adında bu konuda etkinlikler düzenledi geçtiğimiz dönemlerde. Umarım bunun devamı da gelir yakın zamanlarda…

23 Şubat 2011 Çarşamba

Yıllanmış Türk Kırmızı Şarapları - Kör Tadım Sonucu

Daha önce bahsettiğim İzmir'de 19 Şubat Cumartesi günü Vedat Milor, Mustafa Çamlıca, Ahmet Gök, bendeniz ve Şarap Tutkunlarının (Ayhan Güleyen, İlker Özdemir, Arif Öncü ve Umay Çeviker) katıldığı "Yıllanmış Türk Kırmızı Şarapları" kör tadımında şarapları 4 kategoride değerlendirdik.

Kategori bazında şarap tadım sonuçları aşağıdaki gibi oluştu:


1. KATEGORİ - KLASMAN DIŞI ŞARAPLAR (Klasman dışı şaraplar etikette üzüm cinsi belli olmayan veya diğer kategorilerden farklı üzüm cinsine sahip şaraplar)

1987 Atatürk Orman Çiftliği Boğakanı - 72.0 PUAN
1996 Kavaklıdere Özel Carignan - Alicante - 67.3 PUAN
1996 Doluca Özel Kav - 65.8 PUAN
1992 Doluca Antik - 63.1 PUAN
1990 Kavaklıdere Dikmen - 60.1 PUAN
1997 Pamukkale Çalkarası - 59.4 PUAN
1980 Kutman Papazkarası - 56.0 PUAN
1996 Bortaçina Adakarası - 55.6 PUAN
1994 Efem Bağcılık Poseidon Papazkarası - ŞARAP ETİKETİ HATALI - DEĞERLENDİRME DIŞI BIRAKILDI

2. KATEGORİ - KALECİK KARASI
1970 Kavaklıdere Özel / Kalecik Karası ağırlıklı kupaj - 74.3 PUAN
1999 Kocabağ Kalecik Karası - 65.6 PUAN
1995 Kavaklıdere Kalecik Karası - 64.3 PUAN
1998 Kutman Kalecik Karası - 53.7 PUAN
1998 Efem Bağcılık Poseidon Kalecik Karası - ŞARAP ETİKETİ HATALI - DEĞERLENDİRME DIŞI BIRAKILDI


3. KATEGORİ - ÖKÜZGÖZÜ - BOĞAZKERE MONOSEPAJ VE KUPAJLARI
1999 Turasan Boğazkere - 71.1 PUAN
1995 Kavaklıdere Boğazkere - 69.1 PUAN
1999 Kavaklidere Öküzgözü - 68.9 PUAN
1992 Kavaklıdere Selection Öküzgözü - Boğazkere - 66.1 PUAN
1999 Kutman Öküzgözü - 55.4 PUAN

4. KATEGORİ - CABERNET SAUVIGNON - MERLOT MONOSEPAJ VE KUPAJLARI
1999 Sarafin Cabernet Sauvignon - 70.6 PUAN
1998 Gülor Cabernet Sauvignon - Merlot - 69.1 PUAN
1998 Sarafin Merlot - 59.6 PUAN
1999 Sevilen Merlot - 58.3 PUAN
1999 Sevilen Cabernet Sauvignon - 57.9 PUAN


Genel değerlendirmede puanlardan da anlaşıldığı gibi şarapların çoğu yıllanma potansiyeline sahip olmayan şaraplar. Dikkate değer şaraplar 1987 Atatürk Orman Çiftliği Boğakanı (benim puanım 72), 1970 Kavaklıdere Özel Kav Kalecik Karası (aslında ben bu şaraba 56 puan vererek tadımcılar arasında en cimri puantör oldum fakat toplamda 74.3 puanla günün en çok puan toplayan şarabı oldu, ben daha çok damağımda bıraktığı pas ve acı tonlar yüzünden kırdım puanı), 1999 Turasan Boğazkere (Açıkçası benim için gecenin sürprizi bu şaraptı, puanım 74 ), 1999 Sarafin Cabernet Sauvignon (puanım 75 ) ile 1998 Gülor Cab. Sauvignon - Merlot kupajı (99 Turasan Boğazkere ile "bana göre" içilebilir düzeydeki bir diğer şaraptı, puanım 77 )

Dikkat çeken belli başlı hususlar şöyle:
- İlginç bir şekilde şarapların hiçbiri buşone değildi,
- Şarapların çoğu özellikle burunda belli başlı bukelere sahipti (kuru meyveler, pekmez, reçel ve hayvan derisi, toprak gibi). Ancak iş genel olarak damakta da bittiği için damaktaki dengesizlik, burundaki bukelerin hemen hemen çoğunun şarapta damağa yansımaması ve bitimlerin çoğunun damakta "paslı demir" ve ekşimsi tatlar bırakması şarapların yıllanma yetersizliklerini göz önüne koyuyordu.
- Çok ilginç bir şekilde aslında kendi üzümlerimizden yapılan şaraplar daha iyi puan aldı. Bu da şarapçılarımızın Cabernet veya Merlot üzümlerini yakın zamana kadar iyi işleyemedikleri tezini doğruladı.

Sonuçta çok ilginç şarapların tadıldığı ve tadımın yanında müthiş eğitici sohbetlerin yapıldığı bir etkinlik oldu. Emeği geçenlerin ellerine sağlık...

21 Şubat 2011 Pazartesi

Hisar Balık Pişiricisi – İzmir

Vedat Milor ve Şarap Tutkunlarının İzmir’de düzenlediği “Yıllanmış Türk Kırmızı Şarapları” tadımının ardından akşam tadımdan çıktıktan sonra hanımla buluşup İzmir’de iyi bir balık yemek gerekir diye düşündüm. Vedat Milor sayesinde  duymuş olduğum “Hisar Balık Pişiricisi” açıkçası aradığım esnaf balık lokantası tarzına sahip bir yer.
Pasaport’ta Kazım Dirik Caddesi, 18 numaradaki “Hisar Balık Pişiricisi” adına yakışır şekilde balık pişiriyor. Girer girmez balıklara bir göz atıp taptaze gözüken deniz levreklerinden yemeye karar verdik. Levreklerin arkasında orta boy karidesler bize göz kırparken, karidesleri iki farklı pişirme şekliyle pişirmelerini istedik – zeytinyağlı / limonlu ve tereyağlı / kırmızı biberli.
Meze seçenekleri pek fazla olmamakla beraber, şevketi bostan, cibes, kurutulmuş acı biberli yoğurt ve acılı yoğurt almayı uygun gördük meze olarak.
Velhasıl, masamıza oturup içecekleri sorduğumuzda İzmir’de bir balık restoranında anlamadığım derecede az şarap seçenekleri bizleri şaşırttı. Şarap hinterlandı bu kadar geniş bir şehrin her restoranında bence bol çeşit şarap olmalı ancak maalesef restoran sahipleri bir türlü şarap seçeneklerini artırmaya yanaşmıyorlar. Bunda temel sorun nerede? Restoran sahiplerinde mi, şarap üreticilerinde mi yoksa tüketicide mi? Bir ara bu konuya da el atarız… Gelgelelim, zaten sipariş ettiğimiz mezelerin bir bölümü yoğurtlu olunca ve ben de yoğurtla şarap içmeyi “kendimce” pek uygun bulmadığımdan, içki seçeneğini rakıdan yana (Yeşil Efe) kullandık hanımla beraber.
Mezeler taze ve kıvamları yerindeydi. Gerek şevketi bostan gerekse de cibes asidite ve zeytinyağı dengesi açısından gayet kıvamındaydı. Bazen bu dengeyi bozabiliyor restoranlar, ya aşırı asitli olabiliyor ya da aşırı yağlı, bu da yediğinizden keyif almanızı belli bir oranda engelliyor.
Biz gerek kurutulmuş acı biberli yoğurt ve gerekse de acılı yoğurda bayıldık (ki acılı yoğurt da bir nebze acı biberden yapılmış ancak biberler ince ince dilimlenmiş ve yoğurda bulanmış).
Masaya karidesler de geldi, keyfimiz iyice yerine geldi… Karidesler çok taze, deniz kokuyorlar ve tam istediğim gibi aşırı pişirilmeden hafif diri kalarak pişmişler. Hafif orta boy karidesler yukarıda bahsettiğim gibi hem zeytinyağlı/limonlu hem de tereyağlı/kırmızı biberli olarak geldi. Burada da denge iyi tutturulmuş, ne yağı fazla ne baharatı ne de asiditesi.
Gecenin yıldızı levrek ise uzun zamandır yediğimiz en iyi levrek olarak hafızalarımıza kazındı. Hoşumuza giden şey, levreğin suyunu içinde tutarak pişirmeleri oldu ki, gerçekten usta işi bir levrek yapmış aşçıbaşı. Levreğin beyaz etli kısmı damağınızda lokum gibi nefis bir tat bırakıyor, balık taptaze olduğundan tıpkı karidesler gibi hafif deniz kokusunu alabiliyorsunuz. Bana göre tuzu da gayet yerinde zira bazen bu tarz ızgaralarda tuzun ayarı da eksik olabiliyor veya fazla kaçabiliyor, ancak bugün aşçıbaşı sanırım iyi gününde ve enfes bir levrek önümüze sunuluyor ve biz bunu gerçekten keyifle yiyoruz.
Açıkçası benim için restoranın gastronomik açıdan kalitesi önemli. Gittiğim yerlerde biraz daha mahalle arası lokantaları tercih etmeye çalışıyorum aradığım “iyi yemeği” bulabilmek için. İşte “Hisar Balık Pişiricisi” içki menüsü açısından olmasa da önümüze sunulan lezzetler açısından “iyi yemek” yenebilecek mahalle arası lokantalardan biri olarak notlarıma giriyor.
Ayrılırken masamıza bakan garson ve kasaya bakan arkadaşla ayak üstü neden şarap menüsünü bu kadar kısır tuttuklarını soruyorum. “Vedat Milor da aynı şeyden ötürü notumuzu kırmıştı abi” diye cevap veriyorlar. Ben de “Notunuzun kırılması normal zira en azından uygun fiyatlı şarapları ufak ufak getirin müşterilerinize önerin” diyorum. Diyorum da, acaba müşteri ne kadar bu öneriye açık ya da restoran sahibi ne kadar şarap önerir müşterisine? Tavuk-yumurta ilişkisi gibi bir ilişki bizim memlekette bu…
Efendim “Hisar Balık Pişiricisi” çok mu hesaplı? “Eh işte” denebilecek türden, ama kaliteli malzeme ile yapılan kaliteli yemekler bazen hesabın önüne geçiyor. İki kişi 35lik “Yeşil Efe”, levrek, karides ve mezeler dahil 150 TL’ye çıktık “Hisar Balık Pişiricisi”nden.
Mekanda her ne kadar şarap konusunda eksiklik olsa da İzmir’e bir daha gelsem yine burada balık yiyeceğimden eminim…

20 Şubat 2011 Pazar

Kayra Wine Center Şarap-Yemek Eşleştirme Atölyesi

Bugünlerde şarap tadım programım bir hayli yoğun :) 19 Şubat'ta İzmir'de düzenlenen Vedat Milor ve Şarap Tutkunlarının düzenlediği "Yıllanmış Türk Kırmızı Şarapları" tadımının ardından, 22 Şubat akşamı Kayra Wine Center'ın Mimolett restoran ile birlikte düzenlediği "Şarap-Yemek Eşleştirme Atölyesi"ndeyim...

Mimolett’in şefi Murat Bozok ve Kayra’nın şarap yapım uzmanı Daniel O’Donnell tarafından oluşturulan atölyede tadılacak yemekler ve şaraplar aşağıdaki gibi:

- Somon Konfit ve Karamelize Mevsim Sebzeleri ile Vintage, Chardonnay 2009
- Uykuluk, Sote, El Yapımı Limon Reçeli ve Kekik Salatası ile Kayra, Terra Kalecik Karası Roze 2009
- Deniz Levrek, Sote, (Starter porsiyon) Deniz Mahsüllü Kaneloni ve Karides Sosu ile Kayra Vintage, Boğazkere 2008
- Kuzu Pirzola, Sote, Patlıcan ve Domates Salatası, Mini Mimolett Sucuğu ve Lavanta Sosu ile Vintage, Shiraz 2009 
- Krem Brule, Ronnefeldt Earl Grey ve Chill Out Çayları ile Kayra "Madeira" Şarköy, Öküzgözü & Boğazkere 2005


Güzel bir aktivite olacağa benziyor... yakında değerlendirmelerimi paylaşmak dileğiyle...

Vedat Milor ve Şarap Tutkunları ile "Yıllanmış Türk Kırmızı Şarapları Tadımı"

Bu haftasonu İzmir'de Vedat Milor ve Şarap Tutkunlarından Ayhan Güleyen, Mustafa Çamlıca, İlker Özdemir, Umay Çeviker, Arif Öncü ve Keyif Notlarından Ahmet Gök'ün katıldığı "Yıllanmış Türk Kırmızı Şarapları" tadımına katıldım.

Tadımdaki şaraplar oldukça ilginçti ve müthiş eğitici keyifli sohbetlerle dolu bir tadım oldu.

Tadım için yanımda götürdüğüm Efem Bağcılık Poseidon marka 1994 Papazkarası ve 1998 Kalecik Karasının sahte etiket basılan yeni rekolte şaraplar çıkması da tadımdaki ilginç anlardan biriydi.

Tadımdaki şaraplarla ilgili genel değerlendirmemi yakında paylaşacağım, şu an sadece tattığımız şarapların listesini yayınlıyorum:

1970 kavaklidere özel kalecik karası
1980 kutman papazkarasi
1987 boğakanı atatürk orman çiftliği
1990 kavaklıdere dikmen
1992 doluca antik
1992 kavaklıdere ö küzgözü-boğazkere
1994 efem bağcilik poseidon papazkarası (diskalifiye oldu)
1995 kavaklidere kalecik karası
1995 kavaklidere boğazkere
1996 doluca özel kav
1996 bortaçina adakarası
1996 kavaklidere özel carignan alicante
1997 çalkarası pamukkale
1998 efem bağcılık poseidon kalecik karası (diskalifiye oldu)
1998 kutman kalecik karası
1998 sarafin merlot
1998 gülor cabernet sauvignon-merlot
1999 kocabağ kalecik karası
1999 kavaklidere Öküzgözü
1999 kutman öküzgözü
1999 turasan boğazkere
1999 sevilen merlot
1999 sevilen cabernet sauvignon
1999 sarafin cabernet sauvignon

17 Şubat 2011 Perşembe

Fransa’da şarap ve alkollü içki ihracatında artış… ve yeniden Türk şarapçılığı…

Terre de vins” ve “Vitisphere”in haberine göre, Fransız Şarap ve Alkollü İçki Federasyonu “FEVS” 2010 yılı ihracat rakamlarını açıklamış. Fransa’da şarap ve alkollü içki ihracatı 2010 yılında 9,09 milyar Euro’ya çıkarak 2009 yılına göre %18 kadar bir artış gerçekleşmiş ve kötü geçen 2009’un ardından üreticiler rahat bir nefes almış.
Fransız Şarap ve Alkollü İçki Federasyonu “FEVS” 2011 için ihracatta %5 ila 7 oranında bir artış beklediklerini açıklamış.  Bu bağlamda söz konusu ihracat rakamları 2007 ve 2008’deki tarihi rekorun da üzerine çıkmış olacak.
İhracattaki başlıca pay sahipleri ise Konyak, Votka, Şampanya ve Bordeaux bölgesi şarapları. Konyak üreticileri %33’lük artışla 1,85 milyar Euro’luk ihracat rakamına ulaşırken, Votka üreticileri %40 artışla 332 milyon Euro’luk ihracat yapmış. Şampanya ihracatı %22’lere dayanmış ve 1,9 milyar Euro’ya ulaşmış, Bordeaux bölgesi şarapları ise ihracat yükünün %17’sini çekmekte.
İhracatta yaşanan artışın başlıca sebebi tahmin edilebileceği gibi daha önceki yazılarımda da bahsettiğim Uzakdoğu pazarında yaşanan müthiş gelişmeler ve ABD pazarının toparlanması olarak görülüyor.
ABD halen %25,4 artışla Fransız şarap ve diğer alkollü içki ihracatındaki 1,6 milyar Euro’luk payıyla Fransızların en büyük müşterisi konumunda. ABD’yi İngiltere %7i5 artışla 1,3 milyar Euro, Almanya %5,4 artışla 789 milyon Euro ve Belçika %2 azalışla 593 milyon Euro’luk ihracat hacmi takip ediyor. Çin ise %78,8 (dikkat buyurunuz) artışla bu ülkelerin ardından beşinci sıraya çıkarak Fransız ihracatına yaklaşık 564 milyon Euro’luk bir katkı sağlamış.
Tabi tüm bu rakamlar ve ticaret hacimleri belli başlı planlı çalışmaların ürünü. Genel anlamda, daha önce de defalarca kez yazdığım gibi, her alanda olduğu gibi şarapçılıkta da “sürdürülebilir bir kalkınma” vardır. Bu kalkınma, satış ve pazarlama faaliyetlerinin sürdürülebilir olmasının yanı sıra, genel anlamda kalitenin de sürdürülebilirliği ile gerçekleşebilir.
Bizim şarapçılığımızda sürdürülebilir bir kalite anlayışı, kalitenin fiyata dengeli bir şekilde yansıması ve satış-pazarlama faaliyetleri ile desteklenmesi gibi bir anlayış henüz oluşamadı ne yazık ki.
Rekolteler arası ciddi kalite ve fiyat farklılıkları, neye göre kime göre belirlendiği bilinmeyen enteresan fiyat politikaları ve spontane gelişen şarap üretimi ve pazarlama teknikleri şarapçılığımızın başlıca sorunlarından.
Kaldı ki, yurtiçinde kalite-fiyat dengesi bu kadar olumsuz olan bir ürünün ihracat pazarında nasıl ve ne kadar yer alabileceği ciddi bir soru işareti.
Bakınız, en basitinden İstanbul Atatürk Havalimanı’ndaki Duty Free Mağazalarında satılan Türk şaraplarının çoğu her nasılsa yurtiçindeki satış fiyatlarının üzerinde. Mağazadaki 2 şarap reyonundan biri Türk şaraplarına diğeri yabancı şaraplara (Fransız, İtalyan, Kaliforniya, Avustralya, İspanya vs)  ayrılmış durumda. Her defasında reyonu inceleyen yabancıların Türk şaraplarına önce bir baktıktan sonra sırtlarını dönüp yabancı şarapları satın aldıklarına şahit olmuşumdur. Adam orada daha ucuza artık markalaşmış bir Barolo dururken fiyatı çok daha pahalı ve kalitesinden emin olamadığı bir Türk şarabını neden alsın?
Ülkemizin önde gelen yedi şarap üreticisi geçtiğimiz yıl bir araya gelip bir platform kurdular ve adına “Wines of Turkey” adını verdiler. Güzel bir çalışma. Platformun başındaki Sn. Taner Öğütoğlu gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında ciddi çalışmalar ve tanıtım faaliyetleri gerçekleştiriyor. Yapılan aktivitelerden anladığımız platformun öncelikli hedefinin yurtdışındaki şarap uzmanlarına Türk şaraplarını tanıtmak ve Türkiye’yi onların ilgi alanlarına çekmek ki temelde bu hedef doğrultusunda aktiviteler gerçekleştirdiler. Kendilerinin turizme de yönelik birtakım düşünceleri ve çalışmaları olduğunu tahmin edebiliyorum, bu bağlamda önümüzdeki dönemlerde platformun Türk şarapçılığımıza olumlu getirisi olacağı inancındayım.
Ancak yine de hükümetin alkollü içecekler üzerine uyguladığı malum politikalardan yılmamak gerekir ve bu politikaların arkasına da sığınmamak gerekir. Tüm şarap üreticilerimizin öncelikli hedefinin fiyat-kalite dengesini global çapta bilinen “gerçekçi” seviyelerde tutturmaları ve sürdürülebilir kalite anlayışını şaraplarına yansıtmaları gerektiğine inanıyorum.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Tadım notları: DON LUCIANO BRUT ROSE & CHARMAT METODU

Yahu yurdumdaki şu şarap fiyatlarına akıl erdirmek mümkün değil!
Bakın, KKTC’ye şarap ithalatı yapan benim enişte ve firması İspanya’nın büyük şarap üreticilerinden “Garcia Carrion” ile çalışıyorlar.
“Garcia Carrion”un genelde alt ve orta kategori şaraplarını getiriyorlar ve satış rakamları hiç fena değil. Bu yılbaşında oradayken bana tatmam için aynı üreticinin “Don Luciano” adında Brut Roze ve Beyaz köpüklü şaraplarını vermişti sağolsun. KKTC market raflarında 6 TL’ye (evet yazıyla “altı”) satılan bu şaraplardan roze olanını geçen akşam hanımla evde 14 Şubat muhabbetine açtık. Şişenin üzerinde her ne kadar üzüm cinsi hakkında bir bilgi olmasa da, merak edip üreticinin web sitesinden şarabın “Tempranillo”dan yapıldığını öğrendim. Bu arada “Garcia Carrion” şarabın ismini “Opera Prima” olarak değiştirmiş.
Açıkçası en sonda söyleyeceğimi şimdi söylemek gerekirse, hiç fena bir köpüklü şarap değildi, şarap oldukça hoşumuza gitti. Şişenin üzerinde de belirttikleri üzere “Charmat” metodu ile üretilmiş bir köpüklü şarap bu.
Daha önce geleneksel şampanya / köpüklü şarap metodunu anlatmıştım. “Charmat” metoduna “İtalyan metodu” da denir ve daha çok İtalyan “Prosecco”larda kullanılan ve şarabın ikinci fermantasyonu şişe yerine genelde paslanmaz tanklarda oluşur. Tanklarda geçen ikinci fermantasyon sonrası şişeleme basınç altında yapılır. Geleneksel yönteme göre biraz daha üretim maliyetlerini azaltan bir yöntem olduğu söylenir. ”Charmat” metoduyla yapılan köpüklü şaraplar genelde canlı ve gençken tüketilir ve baloncuklar daha küçük ve ince yapıda olur.
Bizim 6 liralık İspanyol köpüklü roze şarabı kadehe koyduğumuzda “charmat” metoduna uygun küçük, ince ve uzun süreli baloncuklar gözümüze çarptı. Çok hoş frambuaz, kızılcık şurubu, kırmızı Frenk üzümü ve çilek gibi kırmızı meyve aromaları özellikle burunda hissediliyordu. Damakta canlı, dengeli bir asidite ile meyvemsi aromalar bütünleşmişti.
Sonuç olarak bazen karşımıza çıkan sadece “gaz” yoğunluğu ile donatılmış, tatsız ve aromadan yoksun pahalı köpüklü şaraplarla kıyasladığımda, Kıbrıs’taki marketlerdeki satış fiyatını hesaba kattığımda, Kıbrıslıların bizden çok daha şanslı oldukları kesin. En azından anormal vergilerle uğraşmıyorlar.
Unutmadan “Garcia Carrion” hakkında ufak ama benim açımdan önemli bir ekleme daha yapayım. Genelde İspanya’ya gidenlerin aşina olabileceği bir marka vardır: “Don Simon” yani İspanya’nın ünlü “Sangria” markası. “Garcia Carrion” bu markanın da sahibi aslında, hatta bizim enişte “Don Simon”u da Kıbrıs’a getiriyor. Her ne kadar “sangria” bir çeşit anlık hazırlanan basit ama lezzetli bir “punch” olsa da, “hazır kıta” sangria “Don Simon” hiç fena değildir. Hani diyorum, İstanbul’da orada burada “sangria” yaptığını zannedip vatandaşı kazıklayan restoran ve barlarımız en basitinden bir “Don Simon” getirtseler de Madrid ve Barcelona’daki mekanlarda yaptıkları gibi içine sadece birkaç dilim elma ve portakal atıp adam gibi “sangria” içirseler – tabi abartı fiyat politikası uygulamadan - nasıl olur acaba?

11 Şubat 2011 Cuma

Tadım notları: Chateau Jolys Cuvée Jean 2004 - AOC Jurançon

Birkaç ay önce Talimhane’deki Rouge Restoranın alt katındaki şarap butiğinde gözüme çarpar çarpmaz aldığım “Chateau Jolys” Fransız Pirenelerindeki Jurançon bölgesine has bir tatlı şarap. Türkiye’de Jurançon şarabı bulmak aklımın ucundan geçmezdi aslında, bazen Türkiye’deki şarap ithalatına akıl sır erdiremiyorum…
2004 rekoltesi “Petit Manseng” üzümlerinden yapılmış “Chateau Jolys Cuvée Jean”ı içmek için eşlikçi olarak ne hikmetse İstanbul’daki Carrefour marketlerinde bulamadığım ancak nasıl oluyorsa Umman’ın başkenti Muscat’taki Carrefour’da bulduğum “Comté” ve “Pere Toinou” peynirlerini uygun gördüm, yanlarında ayrıca yine aynı marketten aldığım İrlanda tipi “Mild Cheddar” peynirini denedim.
Jurançon bölgesi nevi şahsına münhasır bir bölge. Bölgede özellikle “Manseng” üzümü ön plana çıkıyor ki içtiğim şarap “Petit Manseng” üzümünden yapılmıştı yukarıda da belirttiğim gibi. Şarabın üreticisi “Domaines Latrille” bölgenin “Gan” şehri civarlarında üretim yapan üreticilerinden biri.
Efendim şarabımız altın sarısı ile bal rengi arasında bir renge sahip olmakla birlikte burunda beklediğim yoğunluk pek olmamasına rağmen çok hoş bal, portakal kabuğu, narenciye ve hafif çiçeksi aromalar hissediliyordu. Damakta ise aromalar daha belirgin tonlarda hissedilirken burunda saydığım aromalara hafif fındık aromaları eşlik ediyordu.
Şarabın asiditesi dengeli ve bitim oldukça uzun ve etkili olmakla birlikte damakta gövde yoğunluğu hissedilir derecede. Bu arada “Chateau Jolys” yukarda bahsettiğim peynirlerle (özellikle de “Comté” ile) müthiş bir uyum oluşturdu, bu da şaraptan aldığımız keyfi 2 kat daha arttırdı…