30 Ocak 2011 Pazar

Konyağın meleklerine vergi kondu !

www.sudouest.fr ‘in haberine göre geleneksel Konyak yapımında %3 ila %6 oranında buharlaşma sonucu belli bir hava kirliliği oluşması dolayısıyla Ocak ayı başından itibaren Charente ve Charente-Maritime bölgesinde üretim yapan 4 önemli konyak üreticisinden “hava kirliliği vergisi” alınacakmış.       
Konyağın kalitesine de katkıda bulunan bu organik uçucu bileşen buharlaşarak havaya karışıyor ve buna “meleklerin payı” adı veriliyor.
Konyak üreticileri buna tepki göstererek Maliye ve Çevre Bakanlıklarına itiraz yazıları göndermişler. Tepkilerin bazıları oldukça ilginç, öyle ki “bu yapılanın ineklerin “yellenmeleri veya geğirmeleri” sonucu havayı kirletmelerine benzediğini belirterek,  et veya süt üretiminin ineklerin veya danaların yellenmesi veya geğirmeleri olmadan yapılamayacağı, buna benzer olarak da konyağın bu buharlaşma olmadan üretilemeyeceği” belirtiliyor.
Haberde bu konuda da bir anti-parantez açılarak, sığırların atıklarının ve çıkarttıkları gazla ilgili çalışmaların yapıldığını ve sığırların beslenme alışkanlıklarının değiştirilerek bu gaz emisyonlarını azaltma yoluna gidildiği vurgulanıyor.
Konuya tekrardan dönersek, “meleklerin payı” diye adlandırılan olan buharlaşma, alkolün yani etanolun %3 ila %6 oranında önlemez olarak havaya karışması olarak adlandırılıyor. Yani her yıl meşe fıçılarda bekletilen konyağın %3 ila 6sı buharlaşarak havaya karışıyor. Konyak üretiminde yasalar gereği yıllandırma süresi en az 2,5 yıl olarak belirlenmiş olup, bu süre boyunca konyakta belli bir kayıp oluşuyor. Daha uzun yıllandırmalarda kayıp daha da artıyor…
Hava kirliliği vergisi ödemeleri istenen söz konusu 4 büyük üreticinin yıllık üretimleri boyuca 150 tondan fazla metanoik olmayan organik uçucu bileşeni havaya karıştırdıkları tespit edilmiş.
Konyak üreticilerinin tarafını tutan hukukçular ve bağcılık sendikası temsilcileri bu tip bir verginin haksızlık olduğu ve böyle bir buharlaşmanın konyağın üretim süreci ve kalitesi için gerekli olduğu konusunda hemfikir.
Bu vergilendirmenin şu anda bölgedeki tüm üreticileri etkilemesi bekleniyor ve üreticiler birliği konuya karşı daha yüksek idareler nezdinde çözüm aramaya başlamışlar…

26 Ocak 2011 Çarşamba

Romanée Conti belgeseli...

Efsane Bourgogne şarabı Romanée Conti üzerine muhteşem bir belgesel...

Sevgili Ayhan Güleyen ve Mustafa Çamlıca'ya teşekkürler...

http://bourgogne.france3.fr/evenement/Documentaires/

25 Ocak 2011 Salı

Corvus Wine & Bite…

Şarap üreticilerinin sadece kendi şaraplarına değil yemeğe de yatırım yapmalarını ve şaraplarını uygun yemeklerle sunmalarını severim. İşte bunlardan birisi olan Corvus’un Akaretler’deki mekânı “Corvus Wine & Bite”ı geçtiğimiz akşam ziyaret ettim.
Tasarım olarak Corvus’un aynı zamanda ünlü bir mimar olan sahibi Reşit Soley Bey’in ağırlığını hissettirdiği mekân genel olarak tapas tarzı atıştırmalıkların bulunduğu bir menüye sahip. Mekanda tüm Corvus şarapları bulunmakla birlikte, Corvus Corpus rekolteleri, Blend No. 1 ve No. 2, CruTurk rekolteleri ve 2004 Passito hariç hemen hemen diğer tüm Corvus şaraplarını kadehte içebiliyorsunuz.
Menü ağırlıklı olarak Bozcaada ve Çanakkale yöresinin hâkim olduğu malzemeler esinlenerek yaratılmış. Üç çeşit Ezine peyniri, Kabak rezene, Sardalya roka bunlardan bazıları. Ben menüden seçeceklerimin özellikle Çavuş üzümünün asiditesine daha uygun gideceğini düşündüğümden Corvus’un beğendiğim beyaz şarabı “Teneia 2008”de karar kılıyorum. Çavuş üzümünün limoni aromalarla bütünleşmiş asiditesi ve bence ada şaraplarında bulunan hafif mineralite bu şarapta güzel bir denge sağlıyor. Küçük kızarmış ekmek dilimleriyle servis edilen “tarama”, yine ince kızarmış ekmek dilimlerinin üzerinde servis edilen “kabak rezene”, “sardalya roka”, “avokado karides”, “tahinli köz patlıcan”, “avokadolu kuru domates” tapas tarzı güzel tatlardı. Belki ekmeğin tipini değiştirebilirler diye düşünüyorum… Zira hafif tost ekmeğini andıran ince dilimlenmiş kızarmış beyaz ekmek bence biraz basit kaçıyor, iyi ve dolgun bir ekmek bu atıştırmalıklara başka bir boyut kazandırabilir...
Yeşil mercimekli ve nohutlu kahverengi salata başarılı idi. Yanında istediğimiz ayvalı, portakallı, zeytinyağlı kereviz ise şarapla adeta bütünleşti… Bu yemeğe ayva çok yakışmış…
Menüdeki fiyatlar porsiyonların küçük olmasını çağrıştıracak cinsten denebilir. Genel olarak atıştırmalık porsiyonlar 5 lira ile 15 lira arasında değişiyor… Şaraplar ise kadehte ortalama 12- 20 lira aralığında iken, şişe fiyatları 30 küsur liralardan 300 liraya kadar çıkıyor. Örneğin bizim içtiğimiz “Corvus Teneia 2008” 39 TL idi.
Yemeğin ardından birer kadeh “Passito” içmek istiyoruz. 2004 yerine 2008 rekoltesini kadehte (14 TL) servis ediyorlar. Bakıra çalan altın sarısı renge sahip şarapta, önde bal ve çiçeksi aromalar belirgin olmakla beraber, arkadan narenciye ağırlıklı meyve aromaları takip ediyor. Damakta dengeli ve gövdeli bir şarap. Ben biraz daha yoğun olmasını beklerdim; belki de 2004 bu beklentimi karşılayabilir, bir ara 2004 rekoltesini de denemek lazım…

21 Ocak 2011 Cuma

Tadım notları: Corvus Blend No.3 2006 & Dallas Steak

Corvus her sene rekolteye göre en iyi üzümlerini bir kupajda birleştiriyor. Bu kupaja "Blend" adını koyan Corvus, o yılki rekolteye göre kullandığı üzümleri değiştirebiliyor. 2006 rekoltesinde Cabernet Sauvignon, Syrah, Merlot, Malbec, Karalahna,Öküzgözü ve Cabernet Franc kullanılmış ve Blend No. 3 olarak adlandırılmış.

12 ay Fransız meşe fıçı, 4 ay botte ve 3 ay da şişede dinlendirilen Blend No 3, koyu bordo tonda bir renge sahip. Yaklaşık 1,5 saat dekante ettikten sonra mutfağımızdaki ankastre lav taşlı ızgarada orta pişmişe yakın seviyede ızgara ettiğim "Etçii steakhouse"tan aldığım "Dallas Steak" eşliğinde içtik.

Corvus Blend No 3'te burun beklediğim kadar yoğundu ve olgun kırmızı ve kara orman meyveleri, reçelimsi ve kuru meyve aromaları, topraksı ve mantara çalan aromalar, çok hoş nane tonları ve karabiber aromaları belirgindi.

Damakta ise meşeden gelen vanilya, karamel ve füme aromaları daha belirgin olmakla beraber, demir tozu, narenciye ve yine kırmızı - kara orman meyveleri yoğun ve kompleks bir bitiş yaratıyordu. Bitimi beklediğimden biraz daha kısa ama yine de orta uzunlukta olan bir şarap. Tanenler iyi yontulmuş olmakla beraber, asidite yoğun.

Tüm bu aromaların ve şaraptaki yoğunluğun hissedilmesi için, şarabın içilmeden en az 1 saat önce dekante edilmesini tavsiye ederim.

Corvus Blend No 3 ile beraber yediğimiz "Dallas Steak" ise dananın sırt bölümünde kola yakın bir yerden çıkarılan hafif yağlı ancak oldukça yumuşak (tabiri caizse "lokum gibi") bir et.

Böyle bir eti ya çok kızmış bir döküm demir tavada ya da direk barbeküde yapmak lazım. Ben evde lav taşlı ankastre ızgara kullanıyorum ve açıkçası böyle bir eti ilk kez evdeki ankastre ızgarada pişirmeye karar verdim. "Etçii steakhouse"taki arkadaş bana ızgaranın çok sıcak olması gerektiğini ısrarla vurguladı. Ben de bu kurala uydum ve ızgarayı sürekli sıcak ayarda tuttum.

Eti önceden deniz tuzu, zeytinyağı, taze kekik, taze biberiye ve kuru mercanköşk ile marine ettikten sonra pişirmeye 20 - 25 dakika kala buzdolabından çıkarıp dışarıda beklettim ve ardından ızgaraya attım.

Izgarada bir tarafını yaklaşık 4 dakika diğer tarafını ise 3 dakika kadar pişirmem orta-az pişmiş ile orta pişmiş arasında bir pişme derecesine getirmeye yardımcı oldu. Aslında ben eti orta-az pişmiş seven biriyim ama böyle bir eti ilk kez pişirdiğimden ayarı hafif kaçırdım sanırım, artık bir dahaki sefere pişirme süresini biraz daha kısa tutacağım.

Velhasıl, Dallas Steak hakikaten lokum gibiydi ve yanında içtiğimiz Corvus Blend No 3 ile inanılmaz uyum sağladı...

17 Ocak 2011 Pazartesi

Tadım notları: Brunello di Montalcino - Luce 2003 & Dana Yahnili Papardelle

Geçtiğimiz gün kavımda mışıl mışıl uyuyan Frescobaldi'nin 2003 rekoltesi Brunello di Montalcino'su "Luce"'yi uyandırmaya karar verdim. Belki biraz erken uyandırdım bu şarabı; bu yüzden şarabın açılması için içmeden 2 saat önce karafa aktararak bekletmeyi uygun gördüm.
Şarabı ilk açıp tattığımda aromalar neredeyse tamamen kapalıydı, mora çalan kırmızı renkli şarabın tanenleri aşırı sert ve boğazı tırmalıyordu.
Yaklaşık 2 saat sonra ise şarap tamamen değişti ve bize kendini göstererek şaraptaki kompleks aromalar birbir ortaya çıkmaya başlamıştı. Yoğun baharat, olgun kara orman meyveleri, mürdüm eriği, meşeden gelen vanilya ve füme aromalarına arkadan gelen etsi aromalar ve meyan kökü aromaları eşlik ediyordu.
Şarap bekledikçe asidite arttı ve kendini hissetirmeye başladı. "Brunello di Montalcino" şaraplarının yapıldığı "San Giovese" üzümleri zaten yüksek asitli olmasıyla meşhurdu ve bu şaraptaki asidite beni bu açıdan pek şaşırtmadı. Esas şaşırtan, şarabı açmamdan 2 saat sonra şarabın tanenleri ipeksi bir dokuya bürünmüştü, halbuki, şarabı ilk açtığımda yukarıda da yazdığım gibi müthiş bir tanen dokusu vardı... Şarabın bitimi uzun, dengeli ve yoğundu... Bu ilginç şaraba Wine Spectator dergisi 94 puan vermiş ve 2003 rekoltesinin en iyi Brunello di Montalcino şaraplarından biri diye tanıtmış.
Velhasıl İtalya'da Brunello di Montalcino şarapları için 2003 yılı rekoltelerinde çok ciddi soruşturmalardan geçti şarap üreticileri. Bunun sebebi, yasal olarak Brunello di Montalcino şaraplarında sadece "San Giovese" üzümleri kullanılması gerekirken bazı şarap üreticilerinin 2003 rekoltesinde "San Giovese" dışında başka üzüm türlerini de şarap üretiminde kullandıkları ortaya çıktı. Konuyla ilgili ileride bir yazıda bu hikayeyi anlatmayı düşündüğümden şimdilik konuyu kısa kesiyor, bu enfes Brunello di Montalcino'nin yanında yaptığım "Papardelle"ye geçiyorum.
Genel olarak şaraplar üretildiği bölgenin yemekleriyle her daim uyumlu olurlar. Bu anlamda, açmayı düşündüğüm 2003 "Luce"nin yanına tabi ki bir İtalyan yemeğinin uygun gidebileceğinden emindim. Yemek olarak bir et yemeği ile kallavi bir makarna türünü birleştirmeyi uygun buldum.
Bu bağlamda yapmaya karar verdiğim yemek kırmızı şarapta ağır ateşte pişmiş dana yahnisi ile papardelle oldu. 2 -3 kişilik tarifte dana yahnisi için önce 2 adet orta boy soğanı ve 2 iri diş sarmısağı doğrayıp, kuşbaşı olarak doğranmış yarım kilo yağsız dana etiyle beraber geniş bir tencereye atıyorsunuz. Zeytinyağında hafifçe renkleri değişinceye kadar pişirdiğiniz etlere daha sonra doğranmış 1er adet kırmızı kapya ve yeşil dolmalık biber ekliyorsunuz. Tuz, karabiber, kuru mercanköşk ve kekik/biberiye gibi taze otları da ekleyip üzerine 1 su bardağı domates rendesi ve yarım kaşık domates salçası koyduktan sonra tüm yemeğin üstünü kapatacak şekilde kırmızı şarap koyuyorsunuz. Genel olarak bu 50 cl'ye tekabul ediyor, kalan şarabı (bu genelde 2 kadehtir) yemeği yaparken mideye indiriyorsunuz :)
Tencereyi en küçük ocağa ve en kısık ayara aldıktan sonra kapağını kapatıp 1- 1,5 saat kadar pişiriyorsunuz. Bu sürenin sonuna doğru "Papardelle"leri başka bir tencerede 6-7 dakika "al dente" kıvamında pişirdikten sonra suyunu süzüp yahninin içine ekliyorsunuz, üzerine taze kıyılmış maydanoz ve bolca rendelenmiş parmesan peynirini ekleyip tabağa alıyorsunuz.
...afiyet olsun :)

16 Ocak 2011 Pazar

Tadım notları: Güzay - Karaoğlan Rezerv 2007

Daha önce de bahsettiğim Malatya - Arapgir yöresinin üzümü Karaoğlan'ı bu kez "rezerv" olarak tattım. Yine Metro marketten aldığım Karaoğlan Rezerv 20 liranın altında kalma başarısını göstermiş ender kaliteli şaraplarımızdan biri.
İlk tattığım Karaoğlan'daki müthiş meyve aromaları burada artık 18 ay Amerikan ve Fransız meşe fıçıda bekletilmesinin getirdiği aromalarla bütünleşmiş. Burunda topraksı, çikolata, karamel, puro, arkadan kızarmış ekmek, vanliya, hafif tereyağ, etsi aromalar ve tabi ki kırmızı meyve aromaları (özellikle ahududu ve kiraz)hissediliyor.
Damakta ise meyvemsilik daha ön planda ancak topraksı, etsi, vanilya, karamel, kakao aromaları kendini hissettirmeye devam ediyor. Şarapta belli bir derinlik ve hafif bir mineralite de var.
Uzun bitimi çok hoş, dengeli ve yoğun, bitişte bir süreklilik var.
Belki biraz abartıyor olabilirim ama bu şarap bana içtiğim 2004 Chateau Haut Brion'u hatırlattı özellikle içerdiği topraksı, etsi ve meşeden gelen diğer tonları yüzünden. Bence potansiyeli ciddi şekilde artabilecek bir üzüm çeşidi Karaoğlan.
Bu üzümü yoktan var eden ve nefis bir şarap olmasını sağlayan Yenidoğuş şarapçılık ve Anatolian Vineyards'a şükranlarımı sunarım...

12 Ocak 2011 Çarşamba

Bayat şarap...

9 Ocak 2011 tarihli Habertürk gazetesinde Muharrem Sarıkaya'nın yazısı:

http://www.haberturk.com/yazarlar/589633-bayat-sarap

Ne günlere kaldığımızın bir başka ironik göstergesi...

İnciraltı Meyhanesi – Beylerbeyi…

İstanbul’un 2 katlı eski Rum evlerinden birini restore edip bir meyhaneye dönüştürmek güzel fikir gerçekten… İşte bu fikrin yaşadığı yerlerden biri de Beylerbeyi’ndeki “İnciraltı Meyhanesi”. Adını bahçesindeki onlarca yıllık bir incir ağacından alan bu meyhane tam bir “İmparatorluk sofrası” kıvamında.
Burada geçmişten günümüze tüm kültürlerin buluştuğu bir mutfak var. Aralarında topik, balık turşusu, ahtapot salata, uskumru tarator, muhammara, köz patlıcan, şevket-i bostan, saraylı levrek dolması, Çerkez tavuğu, portakallı kereviz, ermeni pilaki, fava, haydari, kuru börülce, radika ve daha nicelerini barındıran en az 30 çeşit meze bu kültürlerin buluştuğu esas noktayı oluşturuyor. Mezeler 2 – 3 liradan başlayıp 14 liraya kadar çıkıyor.
Uskumru dolması, beyin tava, dalak dolma, kalamar tava, pastırmalı humus, ahtapot ızgara, paçanga, balık böreği gibi ara sıcaklar 5 – 18 lira arasında. Ana yemekler ise taze günlük balık, karidesli bonfile, etli enginar kalbi, sac kavurma, beyinli Beykoz kebap, ciğer bohçası, asma yaprağında levrek, asma yaprağında sardalye, hurma kebabı, inciraltı köfte, tarçınlı köfte, pırasa köfte gibi hem geleneksel hem alternatif yemekler olarak klasik meyhane menülerini aşarak karşımıza çıkıyor. Ana yemekler 18 – 32 lira arasında.
Efendim, öncelikle mekân her ne kadar Osmanlı’ya özgü dantelli rakı zarf-peçeteleriyle rakı içmeyi özendirse de :), eşimle ben bu güzel mezeleri ve yemekleri beyaz şarap eşliğinde içmekte karar kılıyoruz (Turasan Cappadocia Emir – Narince, şişesi 46 TL). Mekâna bizle beraber gelen arkadaşlarımız ise rakı içmeye karar veriyorlar. Aslında gerçekten rakı veya şarap fark etmez, bence böyle bir yerde yemek ve içmek her şekilde güzel…
Gelelim siparişlere… Başlangıç olarak “ahtapot salatasını” soruyorum mekânın sahibi Yusuf Bey’e; aşırı sirkeli bir kıvamda mı diyorum (İstanbul’da diğer birçok yerde yapıldığı gibi)… Hayır,  diyor bana… Sadece zeytinyağı kullanıyoruz, der demez, hemen sipariş ediyorum zaten… Gerçekten enfes zeytinyağı ile içine kuru domates de koymuşlar müthiş olmuş.
Yine deniz mahsulü “uskumru tarator” dövülmüş ceviz, ekmek kırıntısı, limon suyu, zeytinyağı ile enfes…
Daha önce başka yerlerde de denediğim ve genel anlamda beğendiğim “Topik” burada zirve noktasında gerçekten… Şiddetle tavsiye ederim.
Muhammara, közde patlıcan gibi klasiklerin yanına alternatif bir ot olarak Şevket-i Bostan istiyoruz… İyi de ediyoruz… Zira, burada esas olay malzeme kalitesi ki Yusuf Bey belli ki malzeme kalitesine ciddi şekilde önem veriyor…
Velhasıl, eski bir Osmanlı tarifi olan “Saraylı usulü Levrek dolması” inanılmaz ötesi bir lezzet. Aralarında kakulenin de olduğu çeşitli baharatlar dengeli bir şekilde kullanılmış, kuru domates lezzete ayrı bir renk katmış ve tabi ki enfes levrek ince ince dilimlenmiş ve bu muhteşem lezzet kaliteli bir sızma zeytinyağı ile masamıza konmuş… Masadaki diğer rakıcı arkadaşlara nispet, bence beyaz şaraplarla krallar gibi gidebilecek bir meze hatta başlangıç yemeği bu…
Ara sıcaklarda ise beyin tava, karides güveç ve balıkçı böreğinde karar kılıyoruz. Açıkçası, beynin un ve yumurtaya bulanıp tavada yapılışını ilk kez deniyorum, zira bizim Adana yöresinde genelde beyin haşlanır, sonrasında üzerine kırmızı toz biber, zeytinyağı ve biraz limon sıkılırdı – ki o da iyi bir mezedir – ama bu da başarılı bir ara sıcak olarak hafızalarımıza kazındı. Beyin tavada, beynin yanında hardal servis edilmişti ki, beyinle hardal beraber iyi bir uyum sağlamış.
Karides güveç üstü taze kaşarla kaplanmış klasik karides güveç olmasının yanında, güzel tarafı karideslerin biraz İspanyol “gambas” tarzı orta boya kaçan karidesler olmasıydı.
Balıkçı böreği ise yine ilk kez denediğim tatlardan oldu. İçine levrek konmuş ve hafif paçangayı andıran bir biçimde sarılmış ve temiz bir yağda kızartılmış. Ağır yağ kokusu hissedilmeden rahat yenebilecek türden bir kızarmış börek.
Ana yemek olarak yediğimiz “tekir tava”, basit ama taptaze bir tekir tavaydı. Yusuf Bey her sabah erkenden balıkları Kumkapı balık halinden taze olarak aldıklarını ve günlük taze balık kullandıklarını anlattı. Çok basit bir tekir tavayı bile balığın taze olması müthiş lezzetli kılıyor.
Aslında kapanışı “Asma yaprağında levrek” ile yapacaktık ama Yusuf Bey gelip bize levrek kalmadığını söyledi, onun yerine “Asma yaprağında Sardalye”yi önerdi, iyi ki de önerdi... İşte beyaz şarapla müthiş uyumlu bir yemek daha… Sardalyeyi asma yaprağına sarıp beraber ızgara etmişler, iyi de etmişler…  Her gün olsa yiyebileceğim türden bir lezzet…
Bu arada içtiğimiz “Turasan Cappadoccia Emir-Narince” bütün bu mezeler ve yemeklere uyum sağladı. İnciraltı’nda beğendiğim hususlardan biri de hemen her şarabın 75 cl şişesi dışında 37,5 cl şişesi de vardı ki bu çok güzel bir uygulama bence.
Şarap listesi çok kabarık değil, liste daha çok Turasan, Doluca, Kayra ağırlıklı ancak fiyatlar gayet uygun; zira en pahalı şarap olan Doluca Signium 2006 şişesi 125 TL’ye satılıyordu. En ucuz şarap ise şişesi 42 liraydı. Şarapların bir kısmını kadeh olarak da 10 liradan içebilirsiniz.
Yemek için sipariş etmediğimiz salatalar ve tatlılar da artık bir başka zamana kaldı derken, bizlere ikram edilen mandalina likörünü tadar tatmaz, tüm masadan şaşkınlık belirtileri yükseldi. Kendi bahçelerinde yetiştirdikleri Satsuma Mandalinasından yapılan bu likör tek kelime ile muhteşem olmuş. Ne çok tatlı, ne çok ekşi, ne çok alkollü, her şey dengeli yerli yerinde, "işte likör bu!" dedirten bir tarz… “Valla helal olsun” demekten kendimizi alamadık…
İşte bazen böyle restoranlarda, ilginç sürprizler çıkabiliyor… Restoranın havasına ayrı bir hava katıyor, müşteri memnuniyetini zirveye çıkartıyor… Tabi bunu başarabilen restorana ne mutlu… Ancak bunu başarabilmek için bana göre bu işi aşırı para kazanma hırsı ve stresine girmeden, keyifle ve severek yapabilmek lazım, işte izlenimlerime göre Yusuf Bey de aynı keyfi ve sevgiyi işine yansıtmayı başarmış…
Bu arada “İnciraltı”nın kahvaltılarının da efsane olduğunu duydum, bir ara kahvaltı için de uğramayı düşünüyorum…

7 Ocak 2011 Cuma

Tadım notları: Corvus - Teneia 2008 - Pesto Soslu Hellim ve Sebze tabağı

Bozcaada'nın son yıllardaki gözbebeği "Corvus Şarapları" adanın kendine has "Çavuş" üzümünden yapılan çok hoş aromatik bir beyaz şarap üretmiş. Daha önce Bozcaada'da içtiğim bu şarabı dün akşam çok sevdiğim klasik bir Akdeniz mutfağı yemeği olan pesto soslu hellim ve sebze tabağı ile beraber içtim.

Öncelikle şaraptan bahsedelim; açık saman sarısı renkte, burunda elma, şeftali ve beyaz çiçek aromalarına arkadan hafif narenciye aromaları eklenirken, damakta meyvemsi ve çiçeksi aromaları belirgin, orta asiditeli ve dengeli bir şarap. Bence çok iyi ve aromatik bir beyaz şarap. Adanın yerel üzümü olan Çavuş üzümünün karakterini çok iyi yansıtan başarılı bir şarap. Umarım ileriki rekolteleri de en az bunun kadar iyi olur ve kaliteden ödün vermeden başarılı şaraplar üretmeye devam ederler.

Efendim gelelim yanında yaptığım yemeğe... Aslında bu yemeğin bir benzerini dünyaca ünlü Fransız şef "Joel Robuchon" Paris'teki 2 Michelin yıldızlı restoranı "Atelier de Robuchon"da sunmuş. Ben de onunla ilgili bir dokümanter izlerken bu yemeği keşfetmiş ve kullandığı malzemelere hafif eklemeler yaparak kendime göre bir tabak oluşturmuştum.

Buna benzer bir yemek de İstanbul'da "Cookshop" restoran zincirinde ızgara sebze ve hellim tabağı olarak karşımıza çıkıyor.

Bence bu yemeğe karakterini veren iyi bir Ceneviz usulü pesto sosu, ki ben hazır sos kullanmıyorum, evde kendim taze olarak hazırlıyorum. Sostan arta kalan olursa merak etmeyin bir kavanoza aktarıp buzdolabında saklayabilir ve ilerde başka bir yemekte (örneğin enfes bir pesto soslu gnocchi) kullanabilirsiniz.

Pesto sos için bir demet taze fesleğen, 80 gram kadar çam fıstığı, birkaç diş sarmısak (sarmısak bence konmalı ancak yoğunluğu size kalmış, bazı tariflerde daha çok konuyor, bazısında daha az), 200 - 250 ml kadar iyi kalite ekstra sızma zeytinyağı, yeteri kadar iri deniz tuzu ve karabiber, rendelenmiş parmesan peyniri (200 - 250 gram kadar).

Pesto sos için blender alıyorsunuz, fesleğeni, sarmısakları, çam fıstığını, tuzu içine atıyor ve blenderda püre haline getiriyorsunuz, püre kıvamını alırken yavaş yavaş zeytinyağını ekliyorsunuz, en son karabiber ve parmesanı da ekleyip tadına bakıyorsunuz (burası önemli - tadına mutlaka bakın, tuzunu ve sosun kıvamını kontrol edin) eğer sos kuru kalmışsa biraz daha zeytinyağı ekleyin...

Yemek ise bence sostan da basit, bir patlıcan, bir kabak, hellim peyniri, sarı biberi mümkün olduğu kadar eşit boylarda doğruyorsunuz (patlıcan ve kabağı yarım santim kalınlığında hafif açı vererek elips şeklinde doğrayın)... Tüm sebzeleri ve hellim peynirini ister ızgarada ister hafif zeytinyağı eklenmiş teflon bir tavada sote edip bir tabağa alıyoruz... Ben sebzelerin biraz diri kalmasını sevdiğimden ızgara veya tavada fazla uzun tutmuyorum, ancak tercih sizin elbette. Bunlar yemeğin katmanları olacak... Katmanlar arasına kurutulmuş domates de ekliyoruz... Ben bazen burada bir başka ek malzeme kullanıp araya "jamon iberico ve serrano" (ispanyol jambonu) ekliyorum...

Tabağın en alt katına patlıcan, üzerine hellim peyniri, peynirin üstüne sarı biber, kuru domates, biberlerin de üzerine kabak koyuyoruz. Kabağın üstüne tekrar patlıcan, hellim, sarı biber, kuru domates ve kabak koyduktan sonra en üst katmana - eğer varsa - jambonu ekliyoruz, yoksa bir kuru domates daha ekliyoruz ve pesto sosunu hafif gezidiriyoruz... Yaptığımız bu katmanın yanında pesto sosunu ayrıca ister yarım ay şeklinde, ister kare şeklinde gezdiriyor ve yanına eklediğimiz bir miktar akdeniz yeşilliği ile tabağı tamamlıyoruz.

Afiyet olsun :) ...

6 Ocak 2011 Perşembe

Bordeaux'nun Büyük Şarapları – Part 3 - Efsane şarapların 2004 rekolteleri…

Eylül 2010’da Bordeaux’da yaptığım büyük şarap tadımlarında son perdede efsane şarapların 2004 rekolteleri yer alıyor…


Chateau Cheval Blanc - 2004


Bordeaux – St Emilion bölgesinin efsane şaraplarından “Premier Grand Cru Classé A” statüsündeki şarabı olan “Cheval Blanc” 2004 rekoltesi hafif mora çalan koyu kırmızı renge sahip. Burunda kara orman meyvelerini, karadut ve arkadan hafif baharat ve otsu aromaları iyi yansıtıyor. Damakta meşeden gelen vanilya ve füme tonlar daha belirgin olmasına rağmen, açıkçası hafiften beni hayal kırıklığına uğratan düşük yoğunluklu bir gövdesi var. Orta gövdeli bir şarap ve özellikle damakta beklediğim yoğunlukta değil. Yine de bahsettiğimiz şarap bir “Cheval Blanc” olunca önünde esas duruşta durmak lazım her şekilde :) zira 2004 rekoltesi bir Cheval Blanc’ı 2010’da içmek yerine 2020’lerde içsek mutlaka ama mutlaka bambaşka bir şarapla karşılaşırız…
Efendim şarabımız Robert Parker’dan 90 puan, Jancis Robinson’dan 18,5 puan ve Wine Spectator dergisinden 94 puan almış.

Üretimde %66 Cabernet Franc, %34 Merlot kullanılmış. Şarap piyasasının ne kadar hareketli ve şarap yatırımlarının ne kadar ciddi boyutta olduğunun en güzel göstergesi sanırım bu tip büyük şarapların fiyat sirkülâsyonlarına bakmakta; zira Eylül 2010’da bu şarabın tadımını yaptığımda şişesi 274 Euro’dan satılırken, şu an şişesi 470 Euro’dan satılıyor.



Chateau Margaux - 2004


Sanırım öyle ya da böyle şaraptan anlamayan birisi için bile “Margaux” adı Fransa ve Bordeaux şaraplarıyla özdeşleşmiştir. Zarif, ince ve yumuşak yapısıyla Bordeaux’nun “feminen” şarabı olan “Margaux” 2004 rekoltesi tüm karakteristik özelliklerini yansıtıyor.
Morun ağır bastığı bir renge bürünmüş şarapta, burundaki aromalar insanı önce bir çiçek bahçesine oradan meyve ardından da baharatçıya götürüyor… Tüm bu aromalara damakta is ve tütüne çalan meşeden gelen diğer aromalar müthiş nazik kremamsı kıvamda bir tanen yapısı ile bütünleşiyor. Bu şaraba neden “feminen” şarap dendiğinin en güzel özeti aslında burada yatıyor… Orta-tam gövdeli ve bitimi yeteri kadar uzun bir şarap :) Ancak içimi elbette ki çok erken. Tartışmasız bundan 10 hatta 15 yıl sonra içilmeye uygun bir şarap…

Robert Parker’dan 93, Jancis Robinson’dan 17,5 puan, Wine Spectator’dan 93 puan alan bu şarapta %78 Cabernet Sauvignon, %18 Merlot, %4 Petit Verdot kullanılmış.

Bu şarabın şişe fiyatında ciddi bir artış olmuş durumda. Tadımı yaptığım 2010 Eylül ayında şarabın şişesi 314 Euro iken, şu anda şişesi 450 Euro’dan satılıyor…


Chateau Haut Brion - 2004

Bordeaux’nun güneyindeki “Graves” bölgesinin efsane şarabı “Chateau Haut Brion” 2004 rekoltesi çok koyu bir kırmızı renge sahip. Yukarıda bahsettiğim diğer 2004 rekoltelerine göre burunda daha çok meşe, is, kahve ve tütün tonları belirgin. Bu aromaları kara orman meyve aromaları takip ediyor. Damak ise yine aynı rekoltenin diğer şaraplarına göre daha topraksı ve mineral bir yapıya sahip. İçtiğim ilginç ve kompleks şaraplardan biri. Asiditesi yoğun ancak tanenler çok sert değil. Orta-tam gövdeli bir şarap ve uzun bir bitişe sahip. Bu şarap 2020 – 2025 arasında nasıl bir yapıya bürünür gerçekten merak ediyorum…

Robert Parker 92 puan verirken, Jancis Robinson 17 puan ve Wine Spectator 95 puan vermiş.
Şarapta %61 Merlot, %20 Cabernet Sauvignon ve %19 Cabernet Franc kullanılmış.

Şarabın şişe fiyatı tadımı yaptığım 2010 Eylül ayında 247 Euro iken şu an 355 Euro olmuş durumda…


Chateau Mouton Rothschild - 2004

Bordeaux'nun Pauillac bölgesinin efsanesi “Mouton Rothscild” 2004 rekoltesi için söylenebilecek ilk şey sanırım, etiketteki resmin “Prens Charles” tarafından çizilmiş olması… Her rekoltesinde şişe etiketini başka bir sanatçıya çizdiren "Mouton Rothschild" 2004'te bir "prense" iş vermiş :)...
Efendim, şarabımız kopkoyu bir kırmızı renge sahip, burunda kaliteli bir meşe fıçıdan alınabilecek her türlü aromaları alıyorsunuz; kakao, vanilya, karamel, kızarmış ekmek, tütün, is ve deri… ardından orman meyveleri belirginleşiyor ve baharatımsı aromalarla karışıyor. Damakta tüm bu aromalara biraz da toprak tonları eklenerek sert denebilecek bir tanen yapısıyla ve orta yoğunlukta bir asidite ile bütünleşiyor… Bitimi vanilya tonlarının meyvelerle bütünleşmesinden oluşan uzun bir bitiş…
Robert Parker’dan 92, Wine Spectator’dan 93 puan almış.
Şarapta %73 Cabernet Sauvignon, %14 Merlot, %11 Cabernet Franc ve %3 Petit Verdot kullanılmış.

Şarabın şişe fiyatı tadımı yaptığım 2010 Eylül ayında 255 Euro iken şu an 435 Euro olmuş durumda…


Chateau d’Yquem - 2004

En sonda söyleyeceğimi en başta söyleyeyim… Eğer şarapta hafif-orta-tam gövde nasıl olur diye soruyorsanız, ya da, gövdeleri birbirinden ayırt edemiyorsanız… Size – fiyatı pahalı da olsa – bir kadeh “Chateau d’Yquem” içmenizi tavsiye ederim…

Gelgelelim açıkçası benim için büyük bir andı bu efsaneyi içmek… Yukarıdaki şarapların hepsi birer gerçek efsane elbette ancak, bu, anlatılması zor, bambaşka bir şarap… Bir insana gerçekten şarabı sevdirecek, şaraptaki tüm gizemi, çekiciliği ve güzelliği yaşatabilecek bir cinsten… Ve en ilginç olanı da, bu bir tatlı şarap...

Aslında bu şarabın üretiminde üzüm bağlarının soylu bir küf tarafından istila edilmesi yatıyor… “Botrytis Cinerea” adındaki “soylu küf” tüm bağı istila edip üzüm tanelerinin içindeki suyu azaltarak şeker oranının yükselmesine, tanelerin aşırı olgunlaşmasına neden oluyor… Bu olgun ve “asil küflü” üzüm taneleri tek tek toplanarak sonuçta bu efsane tatlı şarabı doğuruyor… Bu arada hatırlatmakta yarar var ki, üzümlerin hepsi beyaz üzüm (Semillon ve Sauvingon Blanc)… Aynı üretim şekli benim bir diğer favori tatlı şarabım Tokaji de bu şekilde üretiliyor… Tokaji'den daha sonra bahsedeceğiz :)

Efendim 2004 rekoltemize dönersek, açık altın sarısı bir renk, burunda müthiş yoğun meyve aromaları (elma, limon, narenciye, arkadan armut, kayısı) en arkadan hafif meşemsi tonlar hissediliyor… Tüm bu meyve aromalarına damakta ayrıca şeftali ve çiçeksi aromalar eşlik ediyor. Bu yoğun meyvemsi ve çiçeksi aromalar şarabı gerçekten zarif kılmış.

129 g/l şeker oranına sahip bu tatlı şarabın gövdesi ise en başta yazdığım gibi inanılmaz… Dilinizin üstünde resmen bir ağırlık hissediyorsunuz içerken, daha önce de defalarca kez tam gövdeli şarap içmeme rağmen, bende “tam gövde” kavramını ileri boyuta taşıdı diyebilirim:)… Şarabın bitimi müthiş bir uzunlukta…

Şaraba Wine Spectator 95-100 puan verirken, Jancis Robinson 18,5 puan vermiş…
Chateau d’Yquem üretimde %80 Semillon, %20 Sauvignon Blanc kullanıyor…
Şarabın şişe fiyatında bir oynama olmamış henüz; şişesi 277 €…

5 Ocak 2011 Çarşamba

Bordeaux'nun Büyük Şarapları - Part 2...

Bordeaux büyük şaraplarının tadım notlarına kaldığımız yerden devam edelim…


Chateau la Lagune - 2006

Bordeaux – Haut Medoc bölgesinin “3. Cru Classé” şarabı olan “La Lagune” 2006 rekoltesinde önden gelen kırmızı meyve, mürdüm eriği aromalarına baharat aromaları ekleniyor. Damakta meşeden gelen aromalar daha çok hissediliyor. Orta gövdeli, çok kompleks olmayan, asidite ve tanenlerin orta kararda bir dengede buluştuğu bir şarap. Robert Parker’dan 91 puan, Jancis Robinson’dan 16 puan almış.

Üretimde %60 Cabernet Sauvignon, %30 Merlot ve %10 Petit Verdot kullanılmış. Şişe fiyatı 50 €…




Chateau Angelus - 2006

Bordeaux’nun St. Emilion bölgesinin “Premier Grand Cru Classé ‘B’” statü şaraplarından “Chateau Angelus” 2006 rekoltesi koyu kırmızı bir tonda, yoğun ve baharatımsı bir burun, meyvemsi aromalar belli bir kahve, meşe/füme tonlarıyla bütünleşiyor, en arkadan çok hafif narenciye hissediliyor. Tanenler orta sertlikte ve yoğun bir asidite ile bütünleşmiş. Damakta meşe, vanilya, füme/is aromaları daha belirgin ve uzun bitimde daha çok hissediliyor. Zengin, kompleks bir tam gövdeli şarap.

Robert Parker’dan 95, Jancis Robinson’dan 17 puan alan bu şarapta %62 Merlot, %38 Cabernet Franc kullanılmış. Şişe fiyatı 186 €…



Forts de Latour - 2006

Bordeaux şarap efsanelerinden “Chateau Latour”un ikinci şarabı olan “Forts de Latour” 2006 rekoltesi yakut kırmızısı renginde, kara orman meyveleri, tütün, toprak aromaları ön planda. Açıkçası damakta daha sert bir şarap beklerken tanenler beklediğimde daha sakindi. Oldukça dengeli bir şarap. Sonuçta o da bir Latour :)…

Robert Parker 92 puan verirken, Jancis Robinson 17,5 puan vermiş.
%70 Cabernet Sauvignon, %30 Merlot kullanılmış. Şişe fiyatı 159 €…


Chateau Lynch Bages - 2006

Bordeaux'nun Pauillac bölgesinde üretim yapan "5. Cru Classé" şarabı "Lynch Bages" içtiğim en “deri” aromalı şarap oldu diyebilirim. Hem burunda hem damakta oldukça yoğun “güderi” aromalarına, kahve, nane, yaban mersini, böğürtlen ve mürdüm eriği gibi meyvemsi ve bitkisel aromalar takip ediyor. Damakta meşeden gelen kahvemsi ve tütün aromaları daha belirgin hissediliyor. Orta gövdeli ve orta uzunluktaki bitişe çiçeksi aromalar eşlik ediyor ve şarabı daha kompleks kılıyor. Robert Parker 92, Jancis Robinson 17 vermiş bu şaraba. Üretimde %79 Cabernet Sauvignon, %10 Merlot, %10 Cabernet Franc, %1 Petit Verdot kullanılmış. Şişe fiyatı 105 €…

4 Ocak 2011 Salı

Tadım notları: Bordeaux'nun Büyük Şarapları - Part 1

Her ne kadar son 20 - 30 yılda rekabet gücünü az da olsa diğer ülkelere kaptırsa da, şarap dünyasının her daim lokomotifleri Bordeaux'nun 1855'ten beri klasifikasyona tabi olmuş büyük şaraplarıdır (grand vins).

Son yaptığım Bordeaux ziyaretimde keşfettiğim "Max Bordeaux" adındaki şarap mağazasından daha önceki yazılarımda bahsetmiştim. Şimdi burada tatma fırsatı bulduğum bu büyük şarapların biraz detaylarına girmek istiyorum...

Le Petit Mouton Rothschild - 2006

Bordeaux'nun Pauillac bölgesinin efsanelerinden "Chateau Mouton Rotschild"in ikinci şarabı olan "Le Petit Mouton Rotscild" 2006 rekoltesi koyu yakut renginde, önde ahududu başta olmak üzere yoğun kırmızı meyve aromaları, arkadan meşeye bağlı is/füme aromaları belirgin nitelikte. Yumuşak tanenleri dengeli bir asidite ile bütünleşmiş. 2006 biraz erken olmasına rağmen beklediğimden daha rahat içimli bir şarap. %70 cabernet sauvignon, %16 cabernet franc ve %14 merlot kullanılmış. Robert Parker 90 puan verirken Wine Spectator 87 vermiş. Şarabın şişe fiyatı 125 €...


Chateau Pichon Longueville Comtesse de Lalande - 2006


Pauillac bölgesinin "Kontesi" diyebileceğimiz "2. Cru Classé" şarabı "Pichon Longueville Comtesse de Lalande" 2006 rekoltesinde burundaki çok hoş kırmızı meyve aromalarını, mürdüm eriği, menekşe ve arkadan gelen yoğun puro aromaları takip ediyor. Şarabı erken içtiğimizi hissetirircesine baskın tanenleri ile kapalı bir şarap. Robert Parker'dan 95 puan almış, Wine Spectator 92 vermiş. Şarapta Cabernet Sauvignon (%64) ve Merlot (%36) kullanılmış. Kesinlikle bekletilmesi gereken bir şarap... Şişe fiyatı 110 €...


Bahans Haut Brion - 2006



Bordeaux'nun Graves bölgesinin efsane şarap üreticisi "Chateau Haut Brion"un ikinci şarabı olan "Bahans Haut Brion" 2006 rekoltesinde olgun kırmızı meyvelerin ve mürdüm eriği aromalarının ön planda olduğu çok yumuşak içimli, aşırı kompleks olmayan bir şarap. Tanenler beklediğimden daha hafif, belli ki artık içme olgunluğuna yavaş yavaş geliyor gibi. Şarapta %45 Cabernet Sauvignon, %37 Merlot ve %18 Cabernet Franc kullanılmış. Robert Parker 88, Wine Spectator 86,5 ve Jancis Robinson 17 puan vermiş bu şaraba. Şişe fiyatı 110 €...




Chateau Cos d'Estournel - 2006


Bordeaux'nun St. Estephe bölgesinde üretim yapan "2. Cru Classé" şarabı "Cos d'Estournel" aynı zamanda mimari açıdan enfes bir şatoya da sahip. 2006 rekoltesi mürekkebe çalan koyu, derin bir kırmızı renkte. Burunda önden kara orman meyveleri, böğürtlen, frenk üzümü, kuru erik reçeli, olgun siyah meyve aromaları ile oldukça meyvemsi nitelikte, arkadan da hafif çikolata ve vanilya aromaları hissediliyor. Çok zengin, kompleks, gövdeli bir şarap. Tanenler belirgin ancak müthiş dengeli. Uzun yıllar yıllandırılabilecek bir potansiyele sahip. Herhangi bir rafinasyon veya filtrasyon işlemine tabi tutulmadan şişelenmiş. Şarapta
%78 Cabernet Sauvignon, %20 Merlot, %2 Petit Verdot kullanılmış. Robert Parker bu şaraba 94 verirken, Wine Spectator 93, Jancis Robinson 18 puan vermiş. Şişe fiyatı 135 €...