22 Aralık 2010 Çarşamba

Bordeaux (1)… Chateau Palmer - Margaux...

Loire Vadisi’ni geride bırakıp Bordeaux’ya doğru yöneliyoruz. Bordeaux’da 4 gün içerisinde Medoc (Margaux – Pauillac – St Julien – St Estephe ve Moulis), Graves, Pessac-Leognan ve St. Emilion – Pomerol bölgelerini gezmeyi planladık.
Yaptığımız plan neticesinde günde 2 şarap üreticisini gezip, kalan zamanımızda bağlar arasındaki köylerde ve kasabalarda vakit geçirmeyi, arada karşımıza çıkan cafe ve restoranlarda birkaç kadeh şarap içip bölgeye has yemekler yemeyi ve Bordeaux’nun ünlü şarap evi “Maison du Vin”’de keyifli şaraplar içmeyi hedefledik.
Geziye çıkmadan yaklaşık 2-3 hafta öncesinden Margaux’da “Chateau Palmer”, St. Julien’de “Chateau Beychevelle”, Graves’da “Chateau Carbonnieux”, Pessac’da “Chateau Pape-Clément” ve St. Emilion’da “Chateau Figeac”’dan rendevularımızı aldım.
Randevu taleplerimi email ile yaptım ve kısa sürede randevuların onaylandığıyla ilgili cevaplar gelmeye başladı.
Bordeaux bölgesindeki şarap üreticilerini gezmek için mutlaka randevu almak gerekli, zira birçok üretici kapılarını sadece önceden randevu almış ziyaretçilere açıyor.
Bol güneşli, nefis bir Eylül sabahı Bordeaux merkezdeki otelimizden yola çıkıp yaklaşık 40 - 45 dakikalık bir yolculuk sonunda ulaştığımız “Chateaux Palmer” Margaux Apelasyonu’na bağlı ve 1855 sınıflandırmasında “3eme Cru Classé” olarak yer alıyor.
Randevumuz sabah saat 10’da ve Bordeaux’da yapacağımız ilk bağ ziyareti nedeniyle heyecanlıyız. Bordeaux’dan “Medoc” bölgesinin ana güzergâhı olan D2 yoluna saptıktan bir süre sonra bağlar ve şatolar başlıyor.
“Chateau Palmer” Margaux kasabasına varmadan birkaç kilometre önce D2 yolunun üzerinde sağda kalıyor. Şatonun içindeki ziyaretçi otoparkına aracımızı park edip, doğru resepsiyon ofisine gidip kendimizi tanıyoruz. Resepsiyon görevlisi randevu kayıt defterinden ismimizi kontrol edip onayladıktan sonra, nazikçe diğer misafirleri de beklememiz gerektiğini söyleyip bizi içinde çok hoş bağcılık ve şarapçılıkla ilgili fotoğrafların olduğu modern tasarımlı bekleme salonuna alıyor.
Fazla beklemeden Fransız bir rehber eşliğinde bir grup Amerikalı şarap meraklısı turist de yanımıza katılıyor ve Chateau Palmer’ı bize gezdirecek olan Fransız rehberimiz de görünüyor.
Olgunlaşmayı bekleyen “merlot” bağının yanında öncelikle şatonun geçmişi hakkında bilgi alıyoruz. Kısaca özetlemek gerekirse, “Chateau Palmer”’ın kuruluşu 1800lerin başına dayanıyor. İsmini de İngiliz bir General’den “Charles Palmer”dan almış. 1800lerin ortasına doğru yaşadığı mali kriz nedeniyle 1855’teki Medoc sınıflandırmasında 3. kategori Grand cru şarapları arasında yer almasının etkili olduğu vurgulanıyor. Bugün ise, günümüz küreselleşme dinamikleri içinde, “Chateau Palmer”’ın hisseleri şu an İngiliz, Fransız ve Hollanda’dan 3 şirket arasında paylaşılıyor. Bu üç şirketin uluslarının bayrakları da şatonun tepesinde konumlandırılmış durumda. Şatoda kimse yaşamıyor, bazen önemli davetler için şato kapıları misafirlere açılıyor.
“Chateau Palmer”ın konumu oldukça güzel aslında, zira tam karşısında efsane “Chateau Margaux” ve bağları yer alıyor. 52 hektar bağ alanına sahip olan Palmer’da, asmaların %47’si Cabernet Sauvignon ve %47’si Merlot ve %6’sı Petit Verdot şeklinde dağılıyor.
Tüm hasat elle yapılıyor ve hasat için her yıl Danimarka’dan – ve hatta bu yıl Belçika’dan da- bir öğrenci grubu gelip hasatta çalışıyormuş. Bir çeşit rotasyon dahilinde gerçekleşen bu organizasyonda öğrencilerin tüm masraflarını Chateau Palmer karşılıyormuş.
Bağdan biraz “merlot” koparıp tadıyoruz. Eylül ayının tam ortasındayız ve 2010 bağbozumu için ortalama 2-3 hafta daha bekleyeceklerini vurguluyorlar. Ben bu yazıyı yazdığım sırada, üzümler çoktan şıra haline gelmiş ve fermantasyon tanklarına aktarılmış olmalı…
Bağ hakkında bilgi aldıktan sonra, üretim alanına geçiyoruz. “Chateau Palmer”’da fermantasyon tamamen ısı kontrollü paslanmaz çelik tanklarda yapılıyor ve maserasyon işleminin ortalama 20 gün sürmesinin ardından malolaktik fermantasyonu müteakip 20-21 ay Fransız meşe fıçılarda beklemeye alınıyor. Burada kullandıkları meşe fıçıların ortalama %45’i yeni fıçılardan oluşuyor.
Chateau Palmer’ın “second wine” denilen ikinci şarabının adı “Alter Ego”. Aslında kendileri bunu bir “ikinci şarap” olarak pazarlamadıklarını ve tamamen bağımsız, yeni bir şarap olarak pazarladıklarını, üretimini bu zihniyetle titizlikle yaptıklarını söylüyorlar. Velhasıl, Grand cru’lerde zihinlere yerleşen “ikinci şarap” mantığı burada işliyor ve tüm dünyada “Alter Ego” bir ikinci şarap olarak algılanıyor.
“Chateau Palmer”dan farklı olarak “Alter Ego” yaklaşık 17 ay kadar %25-40 civarı yeni meşe fıçılarda bekletiliyor.
Kişi başı 5 Euro ödeyerek yaptığımız gezinin sonunda, şatonun tadım salonuna geçiyoruz. Tadımda önce 2007 Alter Ego ardından 1996 Chateau Palmer içiyoruz.
2007 Alter Ego, zor geçen bir rekoltenin ürünü. Kırmızı şaraplarda 2007’de Bordeaux’da rekolte beklentilerin altında oluşmuş, bu da şarapların geneline yansımış durumda. %60 Merlot %40 Cabernet Sauvignon kullanılmış 2007 Alter Ego’da. Floral aromalar ve karabiberi andıran baharatımsı aromalar hissediliyor. Orta gövdeli ancak aşırı hissedilen tanen yoğunluğundan dengesi biraz tekdüze bir şarap. Bitiş temiz ancak kısa, beklentinin biraz altında.
1996 Chateau Palmer ise daha çok Cabernet Sauvignon ağırlıklı, Merlot dışında burada biraz Petit Verdot da kullanılmış. Şarapta tortulaşma gözlemleniyor ancak gerek burunda gerekse damakta oldukça yoğun ve kompleks bir şarap. Tam bir Margaux şarabı diyebileceğimiz cinsten “feminen” bir şarap. Tanen ve asidite açısından yumuşak ve dengeli, aromaları iyi yansıtan, bitişi temiz ve oldukça uzun. Tam gövdeli olmasının yanı sıra, önden hayvan derisi, arkadan baharat, kara orman meyvesi, ardından vanilya ve meşeden gelen aromaları hissettiriyor.
Tadımın ardından, rehberimiz bizlere güzel bir jest yaparak herkese Chateau Palmer’ı anlatan çok güzel bir kitap hediye ediyor. Diğer tüm misafirlerle birlikte oldukça mutlu bir şekilde ayrılıyoruz Palmer’dan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder