22 Aralık 2010 Çarşamba

Bordeaux 'ya veda.. Chateau Figeac – St Emilion...

Aşina olduğumuz üzere Bordeaux’da sabahtan yola çıkıyor ve kendimizi St. Emilion bağlarının arasında buluyoruz. Chateau Figeac bağları bölgenin ünlü spa-otellerinden Chateau Grand Barrail’in hemen karşısında yer alıyor. D1089 yolu üzerinden Bordeaux’dan Libourne’a giderken, Saint-Emilion yoluna sapınca 1 km sonra solda kalıyor.
Chateau Figeac’ın yol üzerinde herhangi bir tabelası yok, onun yerine, bağların etrafındaki yol geçişleri üzerine bölgedeki bağlara has taş sütunlar koymuşlar. Sütunların arasından geçerek oldukça geniş bağ yolu eşliğinde Chateau Figeac’ın misafir otoparkına aracımızı park ediyoruz.
Geçmişten günümüze kadar St. Emilion bölgesindeki en büyük bağ alanlarına sahip olan “Chateau Figeac” 19. Yüzyılda bağlarının bir bölümünü satıyor. Sattığı bağlardan ortaya çıkan üreticilerin başında ise efsane “Cheval Blanc” geliyor… İnanılmaz ama gerçek…
1947’den beri Manoncourt ailesinin sahibi olduğu “Chateau Figeac” toplamda 40 hektarlık bağ alanıyla bölgenin halen en geniş bağlarına sahip ancak ilginç bir şekilde bağlarında bölgenin önde gelen üzümü Merlot yerine Cabernet’ye ağırlık vermişler. Drenaja uygun çakıllı bağ arazisinde %35 Cabernet Sauvignon, %35 Cabernet Franc ve %30 Merlot ile bir Medoc bağını anımsatıyor aslında Figeac. Tabi ki bu bağ yapısı şaraplarına da yansımış durumda…
Üzeri tamamen açık Meşe fermantasyon tanklarının yanında paslanmaz çelik fermantasyon tankı da kullanan, “Chateau Figeac” Bordeaux bölgesinde paslanmaz çelik fermantasyon tanklarını ilk kullanan üreticilerden biri olmuş. Tamamı elle toplanan üzümleri hidrolik presten geçirerek bu tanklara aktarmalarının ardından %100 yeni meşe fıçılarda yaklaşık 20 ay beklemeye alıyorlar. “Chateau Figeac”’ta ilginç olan hususlardan biri 3 farklı meşe fıçı üreticisi kullanmaları. Bunu neden yaptıklarını sorduğumda cevap olarak 3 farklı fıçıdan aldıkları sonucun daha ilginç olduğunu söyledi rehberimiz.
Benim aklım bir yandan turumuz sonunda içeceğimiz 2000 rekoltesi Chateau Figeac’ı düşünürken, diğer yandan bir Premier Grand Cru Classé “B” statüsü şarabın, St. Emilion’da statüsünü koruyarak varlığını sürdürme ve sürekli kaliteyi artırma çabalarını gözlemliyorum.
“Chateau Figeac” diğer şarap üreticilerinde rastlamadığım bir başka özellik ise şarapların şişelenmesinin bir başka firmaya taşere edilmesi. İlginç bir şekilde ekonomik olmadığından şarap şişeleme yatırımını ortadan kaldırmış olan Figeac, bunun yerine, şişeleme için özel olarak üretilen konteynır içerisindeki makineleri şatoda uygun bir yere yerleştirerek şişeleme işlemini gerçekleştiriyorlar. Şişelemenin her şekilde “Chateau”da yapılmasından dolayı “Mise en bouteille au chateau” kavramına da ters düşmeyen bir bakış getiriyor bu uygulama.
“Chateau Figeac” sadece şişeleme sonrası için bir etiketleme ve paketleme tesisi kurmuş, onlarca şişe Figeac’ın ayrı ayrı etiketlenip paketlenmesini gözlemlemek de turumuzu ilginç kılan yönlerden biri oldu.
Sabahtan tura bağlamdan önce açılmış olan 2000 rekoltesi Chateau Figeac, son dönemlerin efsane rekoltelerinden biri olmakla birlikte, tadım için 2000 gibi iyi bir rekoltenin sunulması ayrı bir incelik oluyor bizler için.
Müthiş kompleks bir burun, derin yakut kırmızısı renkte, burunda oldukça zarif kırmızı meyve aromaları, arkadan gelen toprak, tütün ve is aromaları ile birleşiyor. Damakta ise daha çok olgun meyve ve yine topraksı, tütünsü aromalar bütünleşiyor. Tanenler yumuşak ve asidite dengeli. Belki birkaç sene daha yıllandırılabilir ancak bana göre şu an için de keyifle içime uygun bir klasik St. Emilion Grand Cru Classé.
Son randevumuz olan Chateau Figeac’tan 2000 rekoltesi şaraplarını içerek mutlu mesut ayrılır ayrılmaz arabayı hemen arka bağlara doğru sürerek efsane Chateau Cheval Blanc bağlarını görmeye gidiyoruz. Cheval Blanc’da şu an hummalı bir inşaat çalışması devam etmekte, anladığım kadarıyla ciddi bir yatırımla ek binalar yapmaya karar vermişler. Gözle görünen tüm bağ arazisinin zamanında Chateau Figeac’a ait olması ve bağların satılmasından sonra bu bağlardan Cheval Blanc çıkması ne kadar ilginç… “Terroir” böyle bir şey olsa gerek…
Yolumuzu uzatıp daha ileriye Pomerol taraflarına doğru gidiyoruz, artık radevumuz yok ama en azından gidip dışarıdan da olsa görmeyi istediğim son bir yer kaldı.
Pomerol diyince akla St. Emilion’a komşu ufak bir köy gelir elbet ve bu küçücük köyü ünlü yapan efsane “Petrus”…
Tabiri caizse alemin kralı olarak da adlandırabileceğimiz ve artık günümüz küreselleşmesi ile birlikte şişesine dokunduğunuzda elinizi yakacak cinsten fiyatlara ulaşan “Petrus” aslında diğer üreticilere oranla oldukça mütevazi bir binaya sahip. Hatta biraz daha abartıp Medoc bölgesindeki “chateau”lara oranla derme çatma kulübe bile diyebileceğimiz Petrus’un kapısında dikilip birkaç fotoğraf çektikten sonra hemen önündeki “Merlot” bağlarına yönelip, bu bağlardan çıkan şarabın bir şişesinin binlerce dolara satılması karşısında yine “terroir” abiyi saygıyla anıyorum…
Petrus bağlarını da görüp hidayete erdikten sonra şarap dünyasının küçük ama dünyaca ünlü köyüne “St. Emilion”a uğramayı ihmal etmiyoruz… İtalya’daki “San Gimignano” gibi iğne atsan yere düşmez cinsten turist kalabalığının bulunduğu St. Emilion’da hayat şarap üzerine kurulu gerçekten… Köyde onlarca şarap mağazası ve restoran bulunmakta… İyi şarap, korunmuş bir çevre, iyi bir altyapı, kaliteli yemekler… Para harcamak isteyen bir turistin her zaman arayacağı şeylerdir bunlar… Darısı başımıza…

Bordeaux’daki son günümüzü bölgenin önemli şarap merkezlerinden “St. Emilion”a ayırdık. Daha önceden randevu aldığım Chateau Figeac, St Emillion apelasyonunda Premier Grand Cru Classé “B” statüsünde önemli bir üretici.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder