22 Aralık 2010 Çarşamba

Gastro-turizm...

Barcelona bugün hiç şüphesiz dünyanın en önemli turistik şehirlerinden biridir. Bunun böyle olmasının sebebi sadece Gaudi’nin mimari şaheserlerinden ya da Barcelona futbol takımından değil, aynı zamanda gastronomi alanında dünyanın en saygın şeflerinin restoranlarının ve şehir merkezindeki inanılmaz çeşitlilikte ürünlerin sunulduğu ünlü “la Boqueria” pazarının varlığındandır da.
La Boqueria’ya her gidişimde pazardaki ürünlerin tazeliğine ve çeşitliliğine hayran kalırım. Turistlerin pazara olan ilgisinin doğal bir sonucu olarak İspanyol mutfağına da ilgi duymaları kadar normal bir şey olamaz. Zaten pazar içerisinde Barcelona’nın belediye başkanından bile daha çok tanınan ünlü şefi Ferran Adria’nın “gastronomi mabedi” olarak adlandırdığı “Pinotxo” bar ve hemen yakınındaki “El Quim” bar gibi gerek Katalan gerekse İspanyol mutfağının en güzel örneklerini n tadılabileceği onlarca bar (ya da tapas bar desek daha doğru olur) var.
Bir turist olarak inanılmaz keyifli saatler yaşabilir, her barda ayrı bir tapas tadabilir, bir kadeh “cava” veya şarap eşliğinde veya bir bira içerek başta taptaze deniz mahsulleri olmak üzere çok çeşitli yemekleri oldukça uygun fiyatlara yiyebilirsiniz.
Barcelona sahip olduğu eşsiz coğrafi konuma, mimari şaheserlere, dünyaca ünlü futbol takımına bir de ek olarak gastronomik kimliğini de ekleyince, şehir 365 gün turist yoğunluğunu yaşıyor.
İspanyolların aslında gastronomide ne kadar atak yaptığını ve bunu turizm anlayışı çerçevesinde nasıl değerlendirdiklerini bu yaz sevgili eşimle yaptığımız 15 gün süren İspanya turumuzda çok daha iyi anladık.
İspanya’da gastronomi olgusunu en derinden hissettiren başka bir şehir hiç şüphesiz “San Sebastian”. Dünya’da kişi başına düşen Michelin yıldızlı restoranın en çok San Sebastian’da olması bir rastlandı değil elbette. Şehirde tapas barların (ya da Bask dilindeki adıyla “pintxos”) bile Michelin rehberine “recommended” yani “tavsiye edilen yer” olarak girdiğini göz önünde bulundurduğumuzda, mesele artık daha da ciddi bir hal alıyor aslında.
 Atlas Okyanusu ve Akdeniz kıyı şeridi sayesinde deniz mahsullerinin çeşitliliği, tazeliği ve kalitesi konusunda İspanya’nın önemli avantajları olduğu bir gerçek.  Ancak bu ürün bolluğu ve çeşitliliğini yaratıcı ve yenilikçi bir mutfağa dönüştürmek İspanyol şeflerde ciddi bir tutku halini almış gördüğümüz kadarıyla. San Sebastian’da işe ilk başladıkları yıllarda “Juan Mari Arzak” ve “Martin Berasategui” gibi ünlü şefler annelerinden gördükleri tarifleri değişik teknikler kullanarak farklı bakış açılarıyla yorumladıklarını ifade ediyorlar. Sonuçta ortaya günümüzün 3 Michelin yıldızlı şaheserleri çıkıyor elbette.
Gastro-turizmin gelişmesinde ve ilerlemesinde yemeğin yanında şarabın da katkısının bulunduğu yadsınamaz bir gerçek. Burada en önemli konu her ülkenin yöresel mutfağını ve şarabını ön plana çıkarması ve sunması. Bence gastro-turizmde başı çeken 2 ülke olan İtalya ve İspanya’da bölgesel olarak sunulan yerel ürünlerle yapılmış yemeklerin yanında sunulan gene o yöreye ait şaraplar hem tüketici-üretici iletişimini daha güçlü kılıyor, hem de turizme maddi ve manevi olarak ciddi katkılar sağlıyor.
Konuyu Türkiye’ye uyarladığımızda durumunda henüz emekleme aşamalarında bile olamadığını görüyoruz ne yazık ki. İstanbul gastro-turizm açısından ülkemizin en uygun şehri aslında. Turistlere “Mısır Çarşısı”ndan öte bir şeyler sunup turizmin katma değeri en yüksek payı olan “gastronomi ve şarap” alanlarında da bir şeyler yapmak gereklidir diye düşünüyorum. Tabi bu sadece bireysel girişimlerden çok bir nevi devlet politikası ile hayata geçirilebilir; ancak, bugünkü hükümet politikaları bunu ne kadar sağlar orası başka bir tartışma konusu.
Fakat yine de, en basitinden bir örnek vererek bu konuyu “şimdilik” burada kapatmak istiyorum. Türkiye’den yurtdışına çıkışların en yoğun olarak yaşandığı Atatürk Havalimanı’nda, Türk şarapları neden kıyıda köşede oldukça yetersiz sayıda ve yetersiz çeşitlilikte satılmaktadır? Neden diğer yabancı ülke şarapları gibi göz önüne sunup, daha çok kendi şaraplarımızın pazarlaması yoluna gitmiyoruz?
Şarap almak isteyen yabancı yolcuları Atatürk Havalimanı’nda Türk şaraplarına yönlendirerek, şaraplarımızı tanıtmamız ve gerekirse bazı şaraplardan tadımlar yaptırarak (tıpkı ünlü İtalyan şarap üreticisi Frescobaldi’nin Roma Fiumicino Havalimanı’nda yaptığı gibi) yabancıları Türk şaraplarına yönlendirmemiz çok mu zordur?
Bu konuya ileride daha farklı bakış açılarıyla yeniden değineceğim…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder